Biyolojik hasarların yanı sıra, psikolojik hasarlara da sebebiyet veren savaşın neden olduğu faktörler; sadece savaşa maruz kalan kadınlara ve çocuklara karşı soykırım suçu işlenmediğine, aynı zamanda hamile kadınların henüz doğmamış çocukları ile savaşı hiç görmeyecek olan ikinci ve üçüncü kuşakları da etkilediğine dair bilimsel veriler bulunmaktadır.
Irak’ta Araplar ve Kürtlerin Süryanilere karşı uyguladığı soykırım ve Nazi Almanya’sının İkinci Dünya savaşı sırasında Yahudilere, Ruslara ve Polonyalılara uyguladığı soykırım karşısında; 1948 yılında kabul edilmiş ve 1950 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yürürlüğe giren Soykırım Sözleşmesi 5 maddeden oluşmaktadır. Bu beş maddeye göre; soykırımda bulunmak, soykırımda bulunulması için iş birliği yapmak, soykırımda bulunulmasını doğrudan ve açık şekilde kışkırtmak, soykırımda bulunmaya teşebbüs etmek ve soykırıma ortak olmak uluslararası mahkeme yoluyla cezalandırılır.
Soykırım sözleşmesinin ikinci maddesinde soykırım kelimesi; ulusal etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tümüyle ortadan kaldırmak amacıyla işlenen beş maddelik suçu kapsamaktadır. Sözleşmede şu maddeler yer almaktadır:
Grup azalarının öldürülmesi, grup azalarının bedeni ve akli melekelerine zarar verilmesi, grubu kısmen veya bütünüyle, fiziksel varlığını ortadan kaldırmak amacıyla yaşam şartlarını kasten değiştirmek, grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak ve gruba mensup olan çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.
EN FAZLA ZARARI ÇOCUKLAR GÖRDÜ
56 yıldan beri İşgalci İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırımda en fazla zararı çocuklar görmektedir. BM, Ekim 2023 Gazze saldırılarında ölenlerin yüzde 40’ının da çocuklardan oluştuğunu açıkladı. Francesca Albanese,savaşın başladığı ilk haftalarda yaptığı açıklamada bu saldırılarda “Filistin halkının kayıplarının İsrail’in kayıplarından beş kat fazla olduğunu, 5 bin 700 kişinin ölümüne neden olan soykırımda ölenlerin yüzde 40’ının çocuklar olduğunu” vurguladı. Bununla birlikte 7 Ekim’den beri devam eden Gazze saldırılarında yerinden edilen Filistinlilerin 1,6 milyona ulaştığını, ve halkın su, yiyecek, elektrik ve ilaca erişiminin olmadığı da belirtildi. Tüm bu verilerle birlikte İsrail’in alenen soykırım suçu işlediğini ve başta ABD yönetimi olmak üzere destek veren diğer devletlerin de buna iştirak ettiğini görüyoruz.
SAVAŞIN GELECEK NESİLLER ÜZERİNDEKİ BİYOLOJİK ETKİSİ
Savaşlar, göçler, iklim krizi ve birçok benzer olumsuz yaşam koşulları dolayısıyla hamile kadınların henüz embriyo evresinde soykırıma maruz kaldığı söylenebilir. Savaşların sadece kadınlar üzerinde değil hamile olmaları hasebiyle rahimlerindeki embiryo ve fetüslerin de etkilendiği bilinen bir gerçek. İlerleyen biyolojik incelemeler ve alan üzerindeki çalışmalar genetik aktarımın yanı sıra epigenetik aktarım üzerinde de durmaktadır. Peki epigenetik aktarım ne demektir?
Epigenetik aktarım, DNA’mızı değiştirmeyen ama DNA’mızın işleyişini değiştirebilen çeşitli moleküler modifikasyonlar sonucunda meydana gelebilen nesiller arası aktarımdır. Diğer bir ifadeyle, çevresel faktörlerin DNA’nın dizilimini değil fakat işleyişini değiştirebildiğini ve bu değişikliklerin nesiller arasında aktarılabileceğini ima etmektedir. Epigenetik modifikasyonlara sebep olan çevresel etkenlerin mi yoksa insanın doğuştan getirdiği genetik donanımın mı daha etkili olduğu sorusu, antik dönemden post-modern döneme kadar, çeşitli şekillerde bilimin inceleme konusu olduğu gibi felsefenin de inceleme konusu olagelmiştir. Epikür gibi ilk doğa filozofları arasında da “üreme”, “kalıtım” ve “kalıtımın doğası” üzerine yapılan akıl yürütmelere rastlanmaktadır.
20. yüzyılın son büyük savaşı olan II. Dünya Savaşının epigenetik etkileri üzerine pek çok çalışma yapılmıştır. Öyle ki, hamilelikleri esnasında stres, travma, açlık vb. sorunlarla karşılaşan kadınlar, çocukları ve daha sonra da torunlarının sağlık durumları ve epigenetik yapıları arasında bazı ilişkiler tespit edilmiştir. Dolayısıyla, yapılan çalışmalar, fiziksel ya da psikolojik travmaya uğrayan bir yetişkinin kendisinden sonraki nesiller, o travmaya maruz kalmasa da, farklı fizyolojik sonuçların mağduru olabileceğini gözler önüne sermektedir.
Özetle, savaş ortamında zehirli gazlara maruz kalmak embriyo veya fetüsün gelişimsel sürecini etkilemektedir. Hatta çoğunlukla yalnızca bununla da sınırlı kalmayarak, epigenetik aktarımlar yoluyla gelecek nesilleri de etkileyebilmektedir. Doğan çocuklarda ve savaşa maruz kalmayan çocuklarda da; nöroendokrin, efferont nöronlar üzerinde sorunlar, bilişsel problemler, post-travma, anksiyete, şizofreni vb. psikolojik rahatsızlıklar oraya çıkmaktadır. Tüm bu rahatsızlıklar bir çocuğun, yetişkinlik döneminde yaşamını tek başına idame ettirmesinin önünde engel teşkil eder. Savaş ortamında olumsuz etkilenen ve bazı çocuklarını kaybeden kadınlarda ise hayatta kalan çocukları ile yeterince duygusal paylaşım içine girememeleri dolayısıyla duygusal uyaran eksikliği görülebilmektedir.
HOLLANDA’NIN AÇLIK KIŞI
7 Ekim’den itibaren devam eden Gazze işgalinde, yiyecek depolarının tükenmesi ve dışarıdan yardımların girişine izin verilmeyişi sebebi ile; yeterli derecede beslenememe sorunu oluşmakta ve hamile kadınlar üzerinde olumsuz etkiler göstermektedir. 1944 yılında Naziler, Hollanda’yı işgal ederek tüm yiyecekleri alıp Almanya’ya taşırlar. Hollanda’daki halk aylarca açlık içinde kalır ve on binlerce insan yetersiz beslenme dolayısıyla ölür. Dedeleri ve nineleri bu stres ve kıtlıktan etkilenen sonraki kuşakların obezite, mental sağlık problemleri, stres hormonunda yükselme vb. gibi sağlık sorunlarından mustarip olduğu gösterilmiştir. Bu olay Hollanda Açlık Kışı olarak tarihe geçmiştir ve bilimsel araştırmalara konu olmuştur. Kıtlığın üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen Hollanda halkı hala bu kıtlığın epigenetik izlerini taşıyor. Dr. Heijmans ve Dr. Lumey, Science Advences dergisinde yayımladıkları bir araştırmada aynı zamanda epigenetik hakkında şaşkınlıklarını gizleyemiyor ve şu soruyu ortaya atıyorlar:
“Vücudumuz nasıl olur da rahimdeyken maruz kaldığı ortamı onlarca yıl sonra hatırlayabilir?”
Bir başka örnekte 1970 Vietnam savaşı sonrası ikinci kuşak araştırması üzerinde aynı bulgulara rastlanmıştır. Tüm bu araştırmalar gösteriyor ki, Gazze savaşında hamile kadınların yetersiz beslenme ve psikolojik şiddet dolayısıyla nesiller arasında aktarılacak farklı sağlık sorunları ile baş etmek zorunda kalacaklarını öngörmek mümkündür.
İSRAİL SÖZLEŞMEYİ İHLAL ETTİ
Travmanın biyolojik aktarımına dair yapılan epigenetik araştırmalar gösteriyor ki 1967‘den itibaren soykırıma maruz kalan Filistin’de; yaşanan savaş, göç, yerinden edilme ve tutuklamalar sadece savaş esnasında değil, savaşa tanık olmamış kuşaklar arasında da travmatik biyolojik aktarımlara sebebiyet veriyor. Soykırım Sözleşmesinin 2. maddesindeki; “Grup azalarının bedeni ve akli melekelerine zarar verilmesi” ibaresinin işgalci İsrail tarafından gerçekleştirilmesi suretiyle sözleşme kuralları ihlal edilmekte ve bu ihlal sadece savaşın yaşandığı dönemi değil bir sonraki iki kuşağı da etkilemesi dolayısıyla savaş sonrasını da kapsamaktadır.
7 Ekim’den itibaren yaşanan işgalin, grup üyelerini henüz dünyaya gelmeden, bir embriyo iken dahi travmaya maruz bırakarak, epigenetik olarak izlerini taşıyacakları sağlık sorunları soykırım sözleşmesi dahilinde değerlendirilmelidir. Ayrıca bu soykırım sözleşmesine sağlıkçıların yanı sıra psikologlardan ve psikiyatristlerden müteşekkil bir kadro da katılarak, yapacakları çalışmalar ile soykırımın nesiller boyu sürecek yüzünü göstermelidirler.