İsrail’in 1 ay boyunca düzenlediği saldırıların maliyeti 8 milyar doları bulmuşken, kârlarıyla soykırımcıların ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaya koşan firmaları kendi alın terimizin karşılığıyla kuruş kuruş desteklemeye devam ediyoruz. Bizimle yeterince ilgilenmeyen bir esnaftan bile alışverişi keserken, çocuklarımızın parçalanmasına alkış tutup finansör olan firmaları beslemekten geri durmuyoruz.
Bir aydır, 7 ekim 2023’ten beri gerçek bir soykırım izliyoruz. Uluslararası camianın, gördüklerimizin omuzlarımıza bıraktığı ağır sorumluluk yükünü paylaşmak şöyle dursun, yıllar sonra edebiyatını köpürtmekten utanmayacağı acıların birikmesine yol verdiğini izlemek, içimizde “Ben ne yapabilirim?” diye soran isyanlar uyandırıyor.
Devletlerin yapması gerekenleri biz şahsen yapamıyoruz, kabul. Fakat yapabileceğimiz bir şeyler yok mu? Elbette var. Pek çoğunu zaten bilsek de bugüne kadar uygulamayı başaramadığımız eylemleri bugünden sonra gerçekleştirmek üzere, damla damla kollektifleşecek bireysel emeklerimizi seferber etmenin vakti geldi de geçiyor. Sonuç almaktan değilse de sonuç için çalışmaktan mesul iken, safımızı belirtmek üzere yapacağımız her şey, kârlı bir ahiret yatırımı olmanın yanında, yaradılış amacımıza uygun davranmanın benzersiz tatmin duygusu ile bizleri henüz bu fani dünyada bile ödüllendirecektir.
BOYKOT ETMELİ, EKONOMİK AKSİYON ALMALIYIZ
Bugüne dek, başımıza gelen her felakette hatırladığımız boykot silahını gündem soğuduğunda maalesef bir kenara bıraktık. İsrail’in 1 ay boyunca düzenlediği saldırıların maliyeti 8 milyar doları bulmuşken, kârlarıyla soykırımcıların ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaya koşan firmaları kendi alın terimizin karşılığıyla kuruş kuruş desteklemeye devam ediyoruz. Bizimle yeterince ilgilenmeyen bir esnaftan bile alışverişi keserken, çocuklarımızın parçalanmasına alkış tutup finansör olan firmaları beslemekten geri durmuyoruz. Şirketlerin bu aleni pervasızlığını dengelemenin en önemli yolu işte bu akışı kırmaktan geçiyor.
Şunu kabul etmek lazım ki her ne kadar yapabilen için bir şeref nişanesi olsa da, bireysel ve yaygın boykotun, faili cezalandırma sonucunu doğurma imkanı kısıtlı. Bu yüzden her alışveriş kategorisinde puanlamaya gidip, en fazla sivrilen birer “günah keçisi” belirleyerek tüm boykot eforunu bu firmalara odaklamak gerekiyor. Her kategoride en büyük yardımı sağlayan firmaların cezalandırıldığını görmek, kârını düşünen hiçbir firmada kategorisinin ikinci sırasına oturma isteği bırakmayacaktır!
Bir firmanın ürününü ilkesel olarak satın almamak, boykot kapsamında yapılabileceklerin sadece ilk basamağını oluşturuyor. Davranışsal iktisat alanının belki de en önemli bulgusu, pek çok insanın bir kararı uygulamak için çevreden gelecek olumlu veya olumsuz etkilere ihtiyaç duymasıdır. Bu minvalde sosyal veya bireysel baskıyla etrafımızı tesir altına almak, bazı mekanlara asla gitmeme yönünde prensip kararları almak, firmaları ve iş ortaklarını sosyal medyadan huzursuz etmek, çalıştığımız kurumlardaki takdir haklarımızı bu firmaları cezalandırmak için kullanmak, hatta şiddet kullanmadan firmanın operasyonel verimliliğini düşürmek boykotun gerçek bir parçası olarak artık hayatımıza girmek durumunda. Bu ve benzeri odaklı davranışların, elde ettiği sonuçlarla büyüye büyüye yayılacak kitlesel bir bilinçlenmenin ilk adımı olacağını düşünebiliriz.
BİLGİMİZİ ZİKRİMİZDEN AYIRMAMALIYIZ
Bizim bildiklerimizi ve gördüklerimizi; çocuklarımızın, eşlerimizin, arkadaşlarımızın veya öğrencilerimizin de bildiğini veya öğreneceğini varsaymak sıkça düştüğümüz büyük bir hata. Bu sebeple propagandanın tatsızlığına boğmamak kaydıyla bilgimizi zikrimizden ayırmamak, ezici çoğunluğu hayat gailesinde savrulabilse bile etkilenmeye açık olan insanların gündeminde davamızı diri tutmaya yardım edecektir. Bize çok sıradan gelen bir cümle, bazen hiç ummadığımız hayırlara ve değişimlere sebep olabilir. Fırsatını bulduğumuzda yaşadıklarımızın anlamını, tarihi, Batılı değerlerin yalan olduğunu, bu dünyada bulunma gayemizi, mücadelemizi, öfke ve merhametimizi sözümüzü dinleyen herkese anlatmalıyız. Modern dünyaya ait her şey nefsleri gaflete çekerken, kişisel gündemlerde boşluk bırakmamak şahsen yapabileceklerimiz arasında asla önemsiz bir yerde değil. Maalesef bunu unutuyor, dünyeviyat içerisinde kayboluyoruz…
ORGANİZASYONEL AKILLARIN PARÇASI OLMALIYIZ
Üç milyonluk Batı Şeria ve iki milyonluk İsrail Müslümanları Gazze’de yaşanan soykırıma karşı hepten duyarsız mı, hiç mi içleri şişmiyor? İki milyar Müslüman içinden bugün Gazze sınırına yürümek isteyecek beş milyon insan çıkmaz mı? Kılını kıpırdatmayan bazı İslam ülkelerinin halkları çok mu umursamaz? Hedeflerimiz için kullanabileceğimiz finansal gücümüz mü yok? İki milyar Müslümanın arasından, 15 milyonluk Yahudi toplumunun niteliklerine denk en az 50 milyon Müslüman çıkaramaz mıydık?
Hepimizin aklına ciddi veya yarı-ciddi olarak bunlara benzer sorular gelmiştir: Bu soruların tek bir ortak cevabı var: Hayır!
Ama eksik olan çok önemli bir şey var; dağınık halde bulunan bireysel enerjiyi sonuç almaya kanalize edecek organizasyonel akıl.
Tek tek bireyler, maalesef toplayıcı bir organizasyonel kapasite olmadan içlerindeki enerjiyi faydaya dönüştüremiyor. Bu etkisizlik ise yoksayılmakla sonuçlanıyor. Bugün Türkiye’nin aksine pek çok Müslüman ülkenin idarecileri, soykırıma karşı harekete geçmemenin bir maliyeti olmadığını biliyor ve bu yüzden halklarından değil, başkalarından korkuyor. Küçük bir dış yaptırım tehdidi bile, izledikleri karşısında çıldırma noktasına gelen milyonların ruhundaki ateşten daha fazla belirleyici oluyor.
Devletleri harekete geçmeye yöneltecek, mazluma merhamet götürecek, niteliklerimizi ve geçici dünya hayatında feda etmemiz gereken şeylere dair bilincimizi kuvvetlendirecek, bizleri eğitip donatacak akıllı organizasyonlar oluşturmaya vakit ve kaynak ayırmalı, etrafımızı buna teşvik etmeliyiz.
Hedeflerimiz için çalışan organizasyonları güçlendirmek yerine bireysel gelişimimize harcadığımız efor, günün sonunda bizi ironik bir biçimde yaptırım kapasitesi olmayan değersiz bireylere dönüştürüyor.
RAHATIMIZI BOZALIM
Haftalardır gördüklerimiz hiç yaşanmamış gibi davranamayız artık. Gazze kahramanları, neticeden bağımsız olarak çocukları, hayatları boyunca edinmek için çalıştıkları dünyalıkları ve bizzat canları pahasına hepimize ömürlük bir ders verdi. Rahatlarımızı bozalım ve elimizden geldiğince hayır yolundaki oluşumlara mesai ayıralım.
İsrail, 2000 yıldır yeri yurdu olmayan, sığındıkları toplumlarda dışlanan, hatta bugünkü resmi dilini bile kaybetmiş bir toplumun koruduğu bilinçle sıfırdan kuruldu. Zira kimliklerine sahip çıkıp birbirlerini destekleyen ağlar oluşturabildiler. Bizler çok daha güçlüyüz, tek ihtiyacımız bireysel niteliklerimizin etkisini büyütecek organizasyonlar kurarak onlar için biraz daha fedakarlık yapmak. Bugün yaşananlara öfke duyan milyonlar olarak örneğin gelirimizin yüzde 2’sini, haftamızın sadece bir saatini ayırmak bile çok büyük değişimlere kapı açarak sonuç alma becerimizi büyütecektir. Cemaatte bereket vardır…