Siyonistlerin elinde bulunan küresel markaların birer sömürü ve katliam finansörü olarak çalıştığı ilk kez bu kadar net anlaşıldı ve bu kuşatmaya karşı sivil toplumların elindeki tek koz olan boykot bir direniş biçimi olarak ortaya çıktı. İnsanlık modern tüketim büyüsünün etkisinden kurtulmaya, gözünün önüne çekilen perdeleri kaldırmaya başladı. Gazze bir “büyü bozumu”nun fitilini ateşledi.
Gazze’deki katliam pervasızca sürdürülürken, küresel medyanın yalan haberleri, Batılıların katliamı görmezden gelen söylemleri, Müslüman liderlerin sessizliği, uluslararası kuruluşların işlevsizliği ve küresel markaların İsrail’e açık desteği artık insanlığın ortak vicdanına ağır geliyor. Filistin’e destek mitingleri yüz binleri buluşturuyor.
Öte yandan her taşın altından çıkan ekonomi-politik gücü ve küresel etkinliği fark edilen Siyonist yapılanmaya karşı bir sivil direniş olarak boykot başlatıldı. Peki, bu süreç “bir büyü bozumu” olabilir mi? Bunu modern çağın tüketim eksenli sosyolojik dönüşümü bağlamında irdeleyelim.
İNSANLIĞIN MODERN KAFESİ
Anlatı sanatlarında güçlü bir tesiri ifade etmek için kullanılan büyü metaforu, sosyolojide toplumsal değişimlere atıfla yer bulur. Bu bağlamda akla ilk gelen isim Max Weber, büyü ve büyü bozumu kavramlarını, geleneksel toplumdan modern topluma geçişi tanımlarken kullanır. Ona göre gelenek ve inanç adeta birer büyü gibi insanları etkisi altına almış ve akılcı davranışların önüne geçmişken, modernleşme süreci bir “büyü bozumu”dur. Weber, “kocaman büyülü bir bahçe” olarak nitelendirdiği Batı toplumunun çarpık mistisizmine karşı insanın hayatını akılcı şekilde organize edebileceğini savunsa da modern/rasyonel üretim ve tüketim koşullarının en nihayetinde insanı demir bir kafesin içine hapsedeceğini de ifade eder.
Colin Campbell ise modernleşme sürecindeki akılcılaştırmayla birlikte büyüsü bozulan dünyanın, tüketiciler bazında bir “yeniden büyüleme” işlevi gördüğüne vurgu yapar. Campbell’a göre modern tüketiciliğin ruhu hayallerin ve fantezilerin peşinde giden romantik, büyülü kapitalizme kapı aralamıştır.
George Ritzer ise büyü, büyü bozumu ve yeniden büyülenme metaforlarını genişleterek, tüketim kültürünü inşa eden sistemi ve mekânları çarpıcı şekilde irdeler. Ona göre ürünler, pazarlama teknikleri ve tüketim mekânları en “akılcı” yöntemlerle; tüketicilerin rasyonel iradelerini ortadan kaldıracak ve şuursuzca tüketmelerini sağlayacak şekilde tasarlanmaktadır.
İşte günümüz insanı üretim ve tüketim süreçlerinin manipüle edildiği büyülü bir atmosferde yaşıyor. Peki, küresel boyuttaki bu “yeniden büyülenme” süreci nasıl gelişti?
TÜKETİM SARHOŞU TOPLUMLAR İSTİSMARA AÇIK
Rasyonalite, orta çağ mistisizmine muhalefet ederken manevi değerlerle de bağını kopardı. Çıkar, rasyonalitenin motivasyonu haline geldi. Teknolojik, ekonomik, askeri ve siyasi açıdan en “akılcı” ancak bir o kadar insanlık dışı yöntemlerin uygulandığı emperyalist şiddet süreci başladı.
Bu süreçte gelişen sanayileşmeyle, günlük ihtiyaçlar hazır tüketim nesneleri haline getirildi ve küresel ölçekte bir teveccühle karşılandı. Bu yalnızca konforla ilgili değildi. Ustaca kullanılan söylem ve propaganda faaliyetleriyle ürünlere manipülatif sosyal ve psikolojik işlevler de kazandırıldı. Eşyaların kullanım ömürlerini bunlar belirlemeye başladı.
Medya aracılığı ile öyle algılar inşa edildi ki, birey ve toplumların imajları da tüketim alışkanlıklarına göre belirlenmeye başladı. Hatta doğu toplumları kendi kültür ve medeniyetlerinden utanç duyacak noktaya gelmişlerdi. Böylece Batı bir idol, Batılılaşma ise kaçınılmaz doğal bir hedef haline geldi. Buna ulaşmak için üretimde ilerlemek yerine, Batılıymış gibi görünmeyi sağlayan tüketim kültürü benimsendi. Hasan Bülent Kahraman, Türkiye’de Görsel Bilincin Oluşumu kitabında bunu “aktarmacı bir görsellik üzerinden kurulan modernleşme” olarak nitelendiriyor.
Yusuf Çağlayan ise bu handikabı Sosyolojik Savaş kitabında “üretim-tüketim modernleşmesi” kavramlarıyla açıklıyor. Batı’nın sosyolojik müdahale teknikleriyle bireyler iradesiz birer tüketim öznesine, toplumlar ise tüketici kalabalıklara dönüştü. Tüketim modernleşmesiyle toplumların üretim modernleşmesinin önü kesildi. Batı hayranı ve tüketim sarhoşu olan bu toplumlar her türlü ekonomik ve siyasi istismara da müsait hale geliyordu.
Artık sağlıksız olanı sağlıklı, kötüyü iyi, yanlışı doğru, haksızı haklı gösteren manipülatif bir atmosfer oluştu. Gerçeklik zemini tümüyle kaydı. Kapitalist gruplar eşyanın ve yaşamın doğasını adeta talan etti.
İşte bu irrasyonel tüketim modernleşmesi ile insanlar bedenlerine, evlerine, zihin ve gönüllerine aldıkları tüm ürünlerin üretim süreçlerine yabancılaştı. Bir ürünün kim tarafından, hangi koşullarda üretildiği ve neleri içerdiği gibi önemli bilgiler sorgulanmaz hale geldi. Katkı maddeleri, plastik ve radyasyon hayatımızın bir parçası oldu. Bir yanda ham madde ve emek sömürüsü; diğer yanda israf insanlık tarihinde hiç olmadığı boyutlara ulaştı.
Rasyonalite, üretim ve pazarlama süreçlerinde insanlığın sağlığı ve selameti pahasına son derece işlevsel olmuştu ancak tüketim odaklı süreçlerde tam bir irrasyonalite hâkim oldu. Öznel tercihleri bir bilinç ve eleştirellik süzgecinden geçirecek irade yitirildi. İşte “yeniden büyülenme” süreci bu şekilde gelişti.
BİR BİLİNÇ SIÇRAMASI YAŞANIYOR
Gazze’deki katliam, sansürcü algoritmalara rağmen sosyal medyanın gözeneklerinden insanlığın vicdanına sızmayı başardı. Siyonistlerin elinde bulunan küresel markaların birer sömürü ve katliam finansörü olarak çalıştığı ilk kez bu kadar net anlaşıldı ve bu kuşatmaya karşı sivil toplumların elindeki tek koz olan boykot bir direniş biçimi olarak ortaya çıktı. İnsanlık modern tüketim büyüsünün etkisinden kurtulmaya, gözünün önüne çekilen perdeleri kaldırmaya başladı. Gazze bir “büyü bozumu”nun fitilini ateşledi. Umarız ki bu uyanış hem Filistin’in özgürlüğüne hem tüm mazlum coğrafyaların selametine hem de insanlığın yitirdiği hakikat zeminine kavuşmasına vesile olur.