Yapımcı, senarist ve psikologlara göre, dizilerde sıklıkla işlenen aldatma, şiddet gibi olumsuz içerikler, aile ve toplumsal yapıyı tehdit ediyor. Bilinçaltı yoluyla ailesiz toplumun Batı'da olduğu gibi normalleşeceği endişesini taşıyan uzmanlar, dizilerdeki kötü örneklerin özendirici olmaması gerektiğini belirtiyor.
Son zamanlarda ekranlarda izlenilen dizilerde geleneksel aile yapısını bozan, evliliği önemsizleştiren hikâyelere, aldatma, şiddet gibi olaylara çokça yer verilmesi, olumsuz örneklerin normalleşmesine sebep olup olmayacağı sorularını gündeme getirdi. Türk toplumu için aile yapısı hâlâ önemini taşısa da zamanla tıpkı Batıda olduğu gibi ailesiz toplumun normalleştirileceği endişesi var. Bazı içerik üreticileri bu olumsuz örneklerin gerçek hayatta olduğunu, bunun için ekranlara taşındığını, dolayısıyla bir etkilenme olmayacağını savunuyor. Biz de yapımcı, senarist ve psikologlara bu etkileşimin nasıl olduğunu, hayatın içinden olsa dahi olumsuz içeriklerin izleyiciyi nasıl etkilediğini sorduk.
SEVİLEN KARAKTERLER TAKLİT EDİLİR
İzleyicinin kurgulanan olayları merakla takip edip, karakterlerle empati kurduğunu ifade eden Senarist Hilal Çelenk, durumu şu ifadelerle özetledi: “İzleyici bazı karakterleri sever, bazılarından nefret eder. Sevdikleri karakterleri ise kıyafetlerinden davranış biçimlerine kadar açık açık taklit eder. Görünmeyen etkisi ise zaman içinde ortaya çıkar. Bu da kişilerin, olaylara verdiği tepkilerde, değer yargılarında, aile ilişkilerinde, arkadaşlık ilişkilerinde farkında olmadan tıpkı dizideki karakterlerin olaylara verdiği tepkiler gibi davranış biçimleri göstermesidir. Dizi senaryoları çatışma ve merak üzerine kurgulanır. Olumsuz karakterler olmazsa çatışma olmaz. Burada önemli olan olumsuz karakterleri, onların davranış biçimlerini yalın haliyle göstermek, özendirici hale getirmemektir. Evlilik kurumunu tü, kaka gösterirseniz, izleyici de zaman içinde böyle olduğuna inanır. Her sorunu belindeki silahı çekerek çözen bir kahraman yaratırsanız, izleyenler de zaman içinde sorunların silahla çözüleceğine inanır ve öyle çözmeye kalkar.”
Yapımcı ve Senarist Mustafa Burak Doğu, bu tarz konuların işlenmesinin bir süre sonra aile yapısı ve kültürel yapı üzerinde meydana gelen tahribatın kanıksanmasına yol açacağını dile getirerek şunları aktardı:
İYİ VE GÜZEL ÖRNEKLER RUHA ŞİFA
“Bilhassa yeni kuşakların bizim değer olarak nitelendirdiğimiz kavramlarla arasında ciddi bir mesafe olduğunu görüyoruz. Sinemanın ya da ekrana içerik üretmenin bence iyiliği, güzelliği çoğaltmak gibi bir derdi olmalı. İyi olanı göstermek gibi bir amaç edinilmeli. Evet, seyrettiğimiz hikâyeler belki gerçek hayatta zaten yaşanıyor. Fakat bunu anlatmaya ve paylaşmaya değer bulmak meselesi çok başka... Toplumda iyi, güzel, sıcak hikâyeler de var. Bizi besleyecek çok daha derin, anlamlı, samimi kaynaklarımız var. Onların paylaşılması, iyi ve güzel örneklerin çoğaltılması ve onlardan ilham alınması pek çok yaramıza şifa olur diye düşünüyorum.”
ÇÖZÜM ODAKLI YAPIMLARA GEÇİLMELİ
Ekranlarda izlenen olumsuz örneklerin insanın zihnine kaotizmi yerleştirdiğini, erken yaşta izleyenler içinse bir altyapı oluşturduğunu dile getiren Uzman Psikolog Serap Buharalı, sözlerine şöyle devam etti: “Maruz kaldığımız şey bir dizi bile olsa beyin onu gerçek kabul ediyor ve zamanla normalleştirmeye başlıyor. Yapımcılar da reyting alabilmek için volümü gittikçe artırıyor. Çünkü bir alt kademe dikkat çekmiyor artık. Bu da zihnin steril yapısının bozulmasına sebep veriyor. İnsanın fıtratında kaotizm yok. Sağlıksız olan şeyler insanda ruhsal, zihinsel ve bedensel anlamda tepkiselliğe ve hastalıklara sebep veriyor. Tabii ki bir sorun, gerçek hayattan olumsuz bir örnek dizide işlenebilir. Fakat sorun odaklı yapımlardan çıkıp, çözüm odaklı yapımlara geçilmesi gerekiyor. Olumsuz örnekler verilirken özendirici değil, toplumda bedelinin nasıl ödendiği de işlenmeli.”