Sinemanın ilk örnekleri belgesellerden oluşur. Modern sinemanın düşünme alanlarından biri de belgesel türüdür. Kurmacanın belgeseldeki varlığı ve belgeselin kurmacaya etkisi bir paradoks oluşturur ve soruları çoğaltır. Hal böyle olunca sanatın temel meselesi olan sorunun yaşam alanlarından biri haline gelen belgesel türünün eskimeyen sorularının peşinde bir izlek oluşturmak gerekir.
Teknolojinin geldiği nokta sebebiyle birçok kavram yeniden tanımlanmak zorunda. Belge ve bilginin ne olduğu meselesi de güncellenmesi gereken hususlar arasında. Sinemanın en önemli türlerinden biri olan belgeselin içeriğinin ve yönteminin de statik olmayan durumu söz konusu.
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, ilk filmler belgesel idi. 1895’te Paris’te gösterimi yapılan Trenin Gara Gelişi filmi, Lumiere Kardeşler’in ve sinema tarihinin ilk filmlerindendi. Gösterimi yapılan ilk film olması hasebiyle doğum olarak kabul ediliyor. İsminden de anlaşılacağı üzere film, bir trenin gala gelişini gösteriyor. Sadece bu. İşçilerin Fabrikadan Çıkıçı, Yün Eğiren Kadınlar ve daha birçoğu sinema tarihinin ilk filmleriydi ve hepsi belgeseldi. Elbette zaman içerisinde sinema türlere ayrıldı ve belgesel de müstakil bir alan halini aldı.
Bugünlerde belgeler ve bilgiler havada uçuşuyor. Özellikle sosyal medyanın varlığı ve etkisi sebebiyle her hususla alakalı birileri, bir şeyler paylaşıyor. Sorumluluk şartı da olmadığı için her görsel, ses kaydı ve hatta hazırlanmış malzemeler gerçek kabul ediliyor. Bu durumda ‘gerçek’ dediğimiz şeyin tanımı ve somut karşılığı da önemini kaybediyor. Belki tam da burada belge ve belgesel sinemanın ehemmiyetine dönüp bakmamız gerekiyor.
GERÇEK NEDİR, KİMİNDİR?
Gerçeklik olgusu insan var olduğu zamandan bu yana değişen ve dönüşen manzara oluşturuyor. Gerçek nedir, kaynağı nedir, belgenin çerçevesi nedir, belge sayılacak şeyler nelerdir, gibi sorular hep dile geldi ve gelmeye devam edecek. Zira, modern zamanda gerçeklik kurgulanan ve bu kurguya göre değişen bir şey halini aldı.
İşte, belgesel sinema kuramı da bu mesele üzerine doğar. ‘Gerçek nedir’ sorusunun peşinde, sinemanın imkanlarının da kullanıldığı yeni bir ‘ispat’ alanı...
Gerçeğin ne olduğu sorusu sanatın ne olduğu, sanatkarın kim olduğu sorularına kadar giden eski bir tartışma alanı. Sanatın doğayı taklit etmekten öte işlevi olmadığını (mimesis) söyleyenlerle, taklitin ötesine geçerek gerçeği yeniden kurgulaması ve ortaya çıkarması gerektiğini söyleyenler arasındaki anlaşmazlık tarih kadar eski.
KADİM SORULAR VE BELGESEL YÖNETMENİ
Soruların kadim olması, en genç sanat olan sinemanın da bu sorularla beslenmesi ve sürekli yenilenmesi anlamına geliyor. Belgesel yönetmeninin, sinemanın diğer türlerindeki meslektaşlarından farklı misyonu vardır. Çünkü elinde bir gerçek vardır ve bunu izleyiciye ne denli sahih ve sade ulaştırabileceği ya da ulaştırması gerektiği meselesi de yöntemine ve yaklaşımına bağlıdır.
Belgeselin sadık kalması gerektiği alanların sınırları ile yönteme dayalı olarak sergilenen kurmaca unsurların çerçevesi, belgeselciliğin geldiği güncel yorumlarda içinden çıkılamaz paradoksa işaret ediyor.
Yönetmen, kurmaca unsuru ne oranda kullanmalı ki belgeye dayalı olması gereken filmin gerçek ile bağı kopmamalı?
Belgeselde kurmaca unsur hiç olmamalı mı?
Dış ses ya da anlatıcı yer almalı mı? Bulunması halinde izleyicide oluşturduğu maniplüasyon etkisi belgesele zarar verir mi?
Belgesele konu olan kişi ya da olay filmin neresinde yer alır?
Yönetmenin söylediği mi gerçektir, filme konu olan kişinin söylediği mi?
Yönetmenin söylediği aynı zamanda filme konu olan kişinin söylediği midir? Bu durumda yönetmenin filmin meramındaki rolü nedir?
Yönetmen, konu ettiği kişinin/olayın iddiasına katılmak zorunda mıdır? Bu durumda belgesel kime ait oluyor?
BELGESEL SİNEMANIN SORU DOĞURAN ÖRNEKLERİ
Belgesel sinema mı kurmacadır, kurmaca sinema mı belgeseldir? Bu soru sinemacıların uzun zamandır tartışığı ve içinden çıkamadığı meseledir. Yönetmenin özgün yorumunun gerçeklik olgusunu ne kadar etkilediği ve hatta ne kadar zedelediği soruları, modern belgeselciğe yeni çerçeve çizen ve özgün yapımlarla somut karşılığını bulan cevaplara yelken açıyor.
Danis Tanoviç’in Bir Hurdacının Hayatı filmi, belgesel sinemanın güncel yorumlarından biri olarak kurmaca unsurunun varlığı noktasında güzel örneklerden birini temsil ediyor. Filmin ana karakteri Nazif, ailesinin geçimini sağlayabilmek için eskicilik yapmaktadır. Eşi hamiledir. Günün birinde eve döndüğünde karısının pek iyi bir durumda olmadığını fark eden Nazif, soluğu hastanede alır. Ameliyat gerekmektedir ve sigortaları yoktur. Kendisi için servet değerinde olan meblağı karşılama imkanı da yoktur. Nazit ne yapacaktır? Nazif’in yaptıkları kendi yaptıkları mıdır, yönetmenin yaptırdıkları mı? Her iki durumda da kurmaca unsur nerede durmaktadır? Hal böyle olunca film belgesel midir, kurmaca mıdır?
Bal Ülkesi de son dönem güzel örneklerdendir. Arıcılıkla uğraşan Hatice Muratova, hasta annesi ile birlikte yolu, elektriği ve suyu olmayan Balkanlarda dağlık bir bölgede yaşmaktadır. Bir yaz dönemi komuşları gelir ve onlar da arıcılıkla uğraşmaktadır. Ancak komşularının yöntemleri, Hatice’nin arılarını ve bal üretimini olumsuz etkiler. Hatice söylemesine rağmen komşusu yönteminden vazgeçmez. Hatice’nin doğaya karşı bu saygısızca tavra karşı direnmesi ve kendi doğal yöntemlerinde ısrarcı olmasının yanında zorlu hayat şartlarına da şahit oluruz. 3 yılda çekilen belgeselde şahit olduklarımız Hatice’nin yaşadıklarıdır. Fekat filme dahil olan yaşanmışlıkların oluşturduğu kurmaca etki filmi belgesel olmaktan çıkarır mı? İzlediğimiz Hatice’nin hikayesi midir, yönetmenlar Tamara Kotevska ve Ljubomir Stefanov’un kurgusu mu?
İranlı yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın Selam Sinema filmi de ilginç örneklerdendir. Sinemanın yüzüncü yılı için 1995’te çekilen filmin kendi hikayesi de dikkate değer. Mahmelbaf bir film çekmek için gazetelere ilan verir ve oyuncu seçimi yapacağını duyurur. Seçmelere binlerce kişi gelir. Kalabalığı gören Mahmelbaf bunun bir film olacağın hisseder ve kafasındaki fikri bir kenara bırakarak kalabalığı konu alır. Oyuncu seçimleri esnasında adaylara birçok soru sorar ve onlardan oyunculuk yapmaların ister. Bunu yaparken birçok oyuna başvurur ve sanatçının kim olduğu, sanatın ne olduğu, gerçeğin kime ait olduğu gibi sorulara ışık tutacak yeni sorular ortaya koyar. Selam Sinema, sinemanın yüzüncü yıl dönümünde hayata geçmiş ve sinemaya armağan edilmiş eşsiz bir eserdir. Sorgulaması da belgesel film ile kurmacanın sınırlarını zorlayan unsurlar barındırır.
SORULAR ÇOĞALIR, SANAT HAYATTA KALIR
Sinemanın imkanları ve imkanların sineması paradoksu, belgesel sinemanın çerçevesini de belirleyen bir hal alır. Bütün sanat dallarını içinde barındıran sinemanın bereketli mecrası, belgeselin kapsamını şekillendiren avantajlar sergiler. Ancak yönetmen, tercihlerini sergileme noktasındaki kararlarıyla bir tutum ortaya koymuş olur. Esasında belgesel sinemanın sorularının cevap bulmasının yegane çaresi de budur. Yani filmler... Her yeni film, yeni bir yorumdur. Ve bütün sinema tarihi boyunca olduğu gibi hayata geçmiş fikirler sayesinde sorular çoğalır ve cevaplar sergilenir. Sorularımızın cevap bulamaması ya da her filmin yeni sorular doğurması ise yorumların bereketlenmesine yol açar. Soruların çoğalması, meselenin karmaşıklaşması değil, zihinlerin açılması manasına gelir. Sanatın özü de budur. Soru çoğaldıkça yorum çeşitlenir ve yöntem zenginleşir. Bu bağlamda baktığımızda sorularımıza net cevap aramanın ehemmiyetinin yanında cevap bulamamanın da kıymeti kendini gösterir.