Yevgeni Onegin Aleksandr Sergeyeviç Puşkin tarafından yazılan, Rus edebiyatının en önemli klasik eserlerinden biri niteliğindeki manzum roman. Sabri Gürses tarafından çevrilen bu kült eser aynı zamanda çeviri işinin eserlerde ne derece önemli olduğunu da bir kere daha bize hatırlatıyor.
Osmanlı’nın son döneAleksandr Puşkin’in Yevgeni Onegini’siyle ilk kez sanırım Nazım Hikmet’le Memleketimden İnsan Manzaraları dolayısıyla yapılan bir mülakatta karşılaşmış ve çok merak etmiştim. Fakat birçok şiir çevirisinde olduğu gibi Yevgeni Onegin çevirilerinde de, kafamdaki soruların cevaplarını bulamamıştım. Çevirilerde fazlasıyla bilgi eksikliği, belirsizlik, eksiklik, ani geçişler ve yanlış sembol kullanımları vardı. Diğer ifadeyle Memleketimden İnsan Manzaraları’na ilham olan Yevgeni Onegin bu olamaz herhalde diye düşünmüştüm. Bu başarısızlığın iki sebebi olabilir.
ŞİİR ÇEVİRMENİN ZORLUĞU
Yevgeni Onegin çevirilerindeki başarısızlık, genellikle anlatıya dayalı şiir çevirilerinin çoğunda görülebilir. Lord Byron’un eserleri mesela hala Türkçede yok. Var da yok! Pindaros veya Bakkhylides gibi Antik Yunan şairlerinin kitapları da, bir bulanıklığın, toz bulutunun ardında duruyor. Ya da Roland Destanı’nı çevirisinden anla anlayabilirsen. Örnekleri çoğaltabilirim. Demek istediğim; olay anlatımına dayalı şiirlerin çevirisinde bir tutukluk, istikrarsızlık, başladığı gibi sonlanamama sorunu var. Shakespeare veya Dante’nin eserleri bile kaç farklı kişi tarafından çevrildi düşünün. Her dönem yeniden çevrilecek Shakespeare. Bu, bir bahsi diğer. Çünkü her yeni gelen çevirmen önceki çevirilerin eksikliklerini görüp onları gidermek isteyecek. Shakespeare’e gösterilen özenin yüzde biri bile diğer isimler için gösteriliyor mu, bu da başka bir mevzu. Kısaca, anlatıya dayalı şiirlerin çevirisi diğer şiir türlerine oranla kolay görünse de, aslında handikapları daha fazla. Bence anlatıya dayalı şiirlerin çevirisinde ilk karşılaşılan zorluk: Olayların aktarımıyla, mısralardaki şiirsellik arasında kurulacak dengedir. Mısralardaki şiirselliği Türkçeye aktaracağım derken, basit olay anlatımı bile ıskalanabiliyor. Tersi de doğru, olay anlatımını basit ve düz bir şekilde aktarayım derken şiirsellikten fazlasıyla ödün verilebiliyor. İki durumda da, ortaya kararsız bir metin çıkıyor. Daha doğrusu okuyucusuna bir şey söyleyemeyen, söylese de, iki sayfa sonra çamura saplanan ve belirsizliğe yuvarlanan metinler. İkinci sebepse; Türkçede yeni bir ritmin yakalanamamasıdır.
RİTMİ AKAN BİR ÇEVİRİ
Sabri Gürses’in Yevgeni Onegin (Alfa Kitap, 1. Basım 2017, 2. Basım 2024) çevirisini okurken bunları düşündüm. Çünkü bu çeviride Onegin için Türkçe bir ritim yakalanmış. Çevirmen, Puşkin’le boy ölçüşmemiş mesela. Onegin ölçüsü diye ünlenen hece ölçüsünü ille de Türkçede de uygulayacağım diye kendini kasmamış. Gürses’in bu noktada gözünü açan isim ise Vladimir Nabokov olmuş. Onun yöntem önerisini benimsemiş. Bu yöntem: “(…) ölçü ve uyak sisteminin başka bir dile aktarılamayacağını, onu bozarak aktarmaya çalışmak yerine anlamı aktarmanın önemli olduğu”dur. Basit gibi görünen ama yapması çok zor bir iş. Çünkü şiirin anlamı söylenişiyle, biçimiyle, uyağıyla da ilgilidir. O zaman işte çevirmenin yeteneği devreye giriyor. Onegin’deki mısra yapısı ve söyleyişteki anlamları da yansıtacak, Türkçede yeni bir ahenk yakalamak. Sabri Gürses’in başarısı burada saklı. Nobokov üzerinden Onegin’e yaklaşan Gürses, Onegin için Türkçede yeni bir şiir dil oluşturmuş. Onda ne düzyazının tekdüzeliği ne de şiirselliğin kasıntılığı, müphemliği var. Gürses’in diğer başarısı: Çalışmasında esere ve eserle ilişkili olarak şairine dair her bilgiye yer vermesidir. Onegin’in hem Puşkin’in şiir dünyasında, hem de Rus edebiyatında nasıl bir konumda değerlendirildiğini, şairin bu şiirleri nasıl yazdığını; günümüz okuyucuna neler söyleyebileceğini, teknik ve tema açısından taşıdığı önemini, temelinde yer alan esin kaynaklarını, açık bir dille okuyucuya sunmuştur.
Peki nedir, nasıl bir eserdir Yevgeni Onegin? Puşkin’in aklına durup dururken şiir-roman yazmak düşmemiştir herhalde. Bence Onegin’i Puşkin’in ilk epik kitabı Ruslan ve Ludmila’yla (Çev. Kayhan Yükseler, Yapı Kredi Yayınları, 2010) birlikte düşünmek gerekir. Onegin’deki şu mısralar, o zaman anlam kazanır: “Takdis et benim bu uzun çalışmamı,/Ey sen, epiklerin esin perisi!/ Ve, sağlam bir asa ver bana,/ İzin verme sağa sola sapmama,/ Yeter. Attım gönül yükümü!/ Klasisizme hakkını verdim:/ Geç oldu, ama işte takdim bu.” Denilebilir ki Puşkin hayatı boyunca epik bir şiirin peşinde olmuştur. Ama maalesef içinde yaşadığı zaman dilimi, mesela İlyada benzeri bir şiir yazmasına imkan tanımaz. Onun önünde diğer bir örnek ise Byron’un Don Juan’ıdır. Fakat gönlü Homeros’tadır. Ayrıca Doğu mirasına borcunu da ödemek istemektedir. “Klasisizme hakkını verdim” dediği Ruslan ve Ludmila’yla ödediği bu borçtur. Ruslan ve Ludmila’da Homeros bütün gücüyle hissedilir. Ayrıca onda Doğu masallarına özgü özellikler ağırlık kazanır. Binbir Gece Masalları’nı da akla getirir, Sadi’nin hikayelerini de, Şahname’nin işleyişini de. Ruslan ve Ludmila zaten bilinen manada bir masaldır. “Büyücü”, “kambur cüce”, “cadı”, “prenses”, “denizkızı ve benzeri metaforlar Ruslan ve Ludmila’nın masalsı yönlerini oluşturur. Puşkin’in bu şiirinde “Climene” ve “Hymen” gibi Yunan mitolojisinden birçok unsur kullanmasıysa, onun aklının bir yerinde Homerosvari destanın dönüp durduğunu gösterir. Ruslan ve Ludmila’nın uzun altı şarkı, bir epilog ve bir ithaftan oluşması da İlyada’nın biçimsel yönünü hatırlatır.
Ruslan ve Ludmila yayımlandığında büyük başarı kazansa da, Puşkin’i tatmin etmez. Onun gözü masalsılığından ziyade destansılığının ağırlık kazanacağı, daha büyük bir anlatıdadır. Bunu Ruslan ve Ludmila’yla yapamayacağını anlar. Don Juan iyi bir örnektir ama Puşkin’in hedeflediği yeni realizm için yeterli değildir. İşte bu noktada şiir-roman fikri Puşkin’in hedefi için biçilmiş kaftan olur. Romanda destanın da, masalın da özellikleri bulunabilir. Ayrıca onda masal ve destanda olmayan, modern anlamdaki realizm de vardır. Puşkin aslında roman boyunca okuyucusuyla konuşur. Bazen açık bir şekilde seslenir ona. Bazen de onunla tartışır. Hesap sorduğu da olur, hesap verdiği de. Kitabın canlılığı biraz da buradan ileri gelir. Yorum yapar, eleştirir, hayat bilgisini aktarır. Okuyucusuyla birlikte anlattığı olayları didikler. Kahramanına duyduğu hayranlığı dile getirir. Onunla cedelleştiği de olur. Okuyucu olarak sanırız ki şair buralarda bir muhasebe içine girmiştir. Tasvir, diyalog, paradoks, çekişme, duygu karmaşası, trajedi ve drama dozajında ve yerli yerinde kullanılır. Yevgeni Onegin için bu yüzden yeni bir mısra ölçüsü kullanır Puşkin. Ve onu bir hayat kitabına dönüştürür. Hem Onegin’in hem de Lenski’nin Puşkin’in kendisi olduğu hakkındaki yorumlar bu yüzden hem doğru hem de yanlıştır. Onegin’de anlatılanların biyografik özellik taşıdığına dair tespitler de hem doğru hem de yanlıştır. Çünkü eser bunların tamamının üstüne çıkabilmektedir. Hareket noktası Onegin-Tatyana aşkıdır ama toplumsala da yönelir, toplumsaldan siyasiye, edebiyat ortamına, felsefi tartışmalara uğrar, kadın-erkek ilişkilerinden sosyetenin, şehir hayatının kötülüklerine kadar uzanır. Puşkin’in yine bunlarla ulaşmaya çalıştığı nokta: Doğu geleneğinden miras aldığı bilgeliktir.
Tam bir şölen, hatta Bahtin terminolojisindeki anlamıyla tam bir karnavaldır Yevgeni Onegin. Modern destandır, realist romanın da atasıdır. Bunu şiirle yapmak, Puşkin gibi bir şairin kudretiyle olur. O, sanki kendini Homeros ve Byron hizasında görüyordu. Modern zamanda da olsa onların şiir kudretine eş bir eser koymak için şiire romanı sığdırdı.