Gökyüzünden yağan bombalardan kaçıp zihninde kurduğu masalsı dünyaya sığınan bir kız çocuğunun hikayesini anlatıyor Çamur Gezegeni. PEN ödüllü Yazar Samar Yazbek’in kaleme aldığı roman, dilsiz ve özel bir kız olan Rima’nın gözünden Suriye Savaşı’nı oldukça etkileyici bir şekilde aktarıyor.
Suriyeli yazar Samar Yazbek’in kaleme aldığı Çamur Gezegeni, Mehtap Özer Isović’in titiz çevirisi ve Ketebe Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. PEN ödüllü yazarın romanı, Suriye halkına büyük acılar yaşatan iç savaşın etkilerini, bütün istediği özgürce yürüyebilmek, resim yapabilmek ve hikayelerini yazabilmek olan Rima’nın gözünden dokunaklı bir dille anlatıyor.
1970 yılında Cebele’de doğan Samar Yazbek, Tishreen University’de edebiyat alanında eğitim gördü. Televizyon kanallarına senaryolar yazdı. Suriye iç savaşına dair metinler kaleme alan yazarın çalışmaları birçok dile çevrildi ve başlıcaları Sofitel En İyi Yabancı Kitap Ödülü, PEN İfade Özgürlüğü Ödülü, PEN Tucholsky Ödülü ile PEN Pinter Ödülü olmak üzere çok sayıda ödüle layık görüldü.
SAVAŞIN ÇOCUKLARINA BAKMAK
Çamur Gezegeni’nde, dört yaşında konuşma yetisini kaybeden Rima’nın hikayesini kendi ağzından dinliyoruz. Bilinçakışı yöntemiyle yazılan roman, odaklanma sorunu yaşayan anlatıcımızın daldan dala atlayarak anlattığı hikaye parçaları ile önümüzde tamamlanmayı bekleyen bir yap boz olarak beliriyor. Kitabın sayfaları ilerledikçe tüm parçalar yerine oturuyor ve ağır tablo ortaya çıkıyor. Dilsiz olduğu için hemen herkesin deli zannettiği Rima, annesiyle yaşadığı tek odalı evde bir iple odanın dışına çıkamayacak şekilde hapsediliyor. Okulda temizlik görevlisi olan anne, Rima’yı alıp iş yerine gidiyor ve küçük kız orada kütüphanede yine bir ipe bağlı olarak yaşamak zorunda bırakılıyor. Bu durum kahramanımızın kitapların büyülü dünyasıyla tanışmasıyla ceza olmaktan çıkıp ödüle dönüyor. Yetenekli Rima, resim yaparak, hikayeler okuyup yazarak kurak hayatının içinde bir vaha yeşertiyor. Başucu kitapları Küçük Prens ve Alice Harikalar Diyarında olan Rima’nın sesini özgür bırakabildiği tek kitap ise ezbere okuduğu Kur’an-ı Kerim.
Roman boyunca Küçük Prens’in gezegenine atıfta bulunan yazar, Rima’nın savaştan kaçmak için zihninde kurduğu pek çok gezegeni birer kaçış rotası olarak sunuyor. Hikayesini bir bodrum katında sınırlı sayıda kağıt ve mavi bir tükenmez kalemle ve kendi uydurduğu alfabeyle yazan Rima’nın çocukluktan genç kızlığa geçişini, bombalanan şehirler arasında aşkla tanışmasını, annesi ve ağabeyini sırayla kaybetmesini okurken savaşın yok ettiği binlerce masum çocuğun istatistiklerde birer sayı olmadığını yeniden ve yeniden hatırlayıp o güzel çocukların ruhuna dokunuyorsunuz.
İNSANLAR NORMAL HAYATLARINA DEVAM EDERKEN
Samar Yazbek sanki hayata pamuk ipliği ile bağlı olan savaşın çocuklarını metaforik bir şekilde anlatmak için Rima’yı bulunduğu her ortamda iple bir yere bağlıyor. Bütün bu çaresizliğin içinde tek sığınağın ise zihinlerde kurulan hayaller ve hikayeler olduğunu fısıldıyor. Dört yaşından itibaren bir iple önce annesine, sonra ağabeyine, sonra aşık olduğu gence, sonra savaştan kaçan ailelerle birlikte kaldığı kamptaki odaya ve en son bombalanan bir binanın bodrum katında pencere korkuluklarına bağlı yaşayan, dilsiz ve dahi sanatçı Rima’nın hikayesinin ulaştığı herkese yönelttiği sorular birer ünleme dönüşüp zihinlerde yankılanıyor; “Dünya hep böyle miydi? Gerçekten böyle mi dünya? Bilmiyordum çünkü hayatım boyunca odamda bağlı kalmıştım. Şam’ın ortasındaki o diğer dünya -sokağımız ve evimiz- gerçekten var mı? O dünya duruyor mu? Yoksa yok olup hikâyelerden ve resimlerden bir dünyaya mı dönüştü? Burada bunlar olup biterken insanlar orada nasıl yaşıyor ve nasıl normal bir şekilde hayatlarına devam ediyor?”
Rima’nın soruları ve kelimeleri kadar çizdiği resimleri ve renkleri tarif etme biçimi de oldukça etkili. Onun masum dünyasında tüm bu ölümlerin ve yokluğun içinde rengarenk bir çiçek gibi açmasını sağlayan aşk, bu gaz ve toz bulutuna anlam katan yegane duygu olarak romanda beliriyor. Rima, ağabeyinin savaşçı arkadaşı Hasan’a olan hislerini şu cümleler anlatıyor: “Göğsümde, sol tarafımda bir şey hoplayıp zıplıyordu. Bir şeyleri hissetmeden önce var olduğunu anlamazsın. İnsanın göğsünde, bir şeyin tavşan gibi hareket ettiğini keşfetmesinin ne demek olduğunu anlamamıştım! Bu hisle alakalı çok şey okudum ve öğrendiğimde korktum. Bu duyguyla ilgili şeyleri okurken kafamda canlandırmıştım ama onu gerçekten bilmek farklı bir mevzuydu. Yazmak, çizmek ve gerçek arasındaki bu şeyler... kafamı karıştırıyor, beni korkutuyorlar.”
RİMA ÖLMEDİ HİKAYELERDE YAŞIYOR
Bombalar Rima’nın etrafında cesetten dağlar bırakırken o gezegenleri arasında yolculuğa çıkıyor. Küçük Prens’in tilkisiyle ya da Alice’in tavşanıyla gerçek hayattan kopup hikayelerine kaçıyor. Kaldığı yerde elleri bağlıyken atılan bombaların karşısına dikilip en sevdiği sure olan Yusuf Suresi’ni şarkı söyler gibi okuyor.
Rima, gezegenlerinden birisi olan Çamur Gezegenini ise şöyle anlatıyor: “Gizli gezegenlerimin hepsi ayrı ayrı önemlidir ama Çamur Gezegeni olağanüstü bir öneme sahip. Ben yok olana kadar bu gezegen yok olmayacak. İyi bir şey bu. Ten rengim çamur rengine benziyor, farklı tonlarda. Ama alt tonum çamur rengi ve en sevdiğim renklerden biri bu. Hemencecik kırılıp ufalanan, çamurdan yapılmış küçük oyuncaklarız bizler ve aslında basit bir çizik bile vücudumuzu toza toprağa çevirmeye yetiyor. Ve uzuvlarımız da çok kolay kopuyor. Sence de öyle değil mi?”
İnsanı çamurdan yaratan Allah’ın yine insanı “aşağılıkların en aşağısı” veya “en şerefli mahluk” olarak tanımlaması boşuna değil. Yıkımın, vahşetin, zulmün kol gezdiği dünyada aşağılıkların ve şereflilerin bitmeyen savaşının ortasında “karanlığın içinde beyaz bir sayfaya dönüşen ölümün” kollarında göğe yükselen Rima, tüm renklerin ve seslerin en güzel haline bürünüp roman sayfaları arasında nefes alıp vermeye devam ediyor.