Gökçen Göksel, “Oyun Atlası”yla kaybolmaya yüz tutan geleneksel ve antik oyunları tekrar canlandırıyor. “Hâlâ bazı antik kentlerde oyun kalıntıları olduğunu gördüm” diyen Göksel, “Bu oyunlar bizi buluşturan ve bir arada tutan oyunlar” ifadelerini kullanıyor.
Adanalı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelen Gökçen Göksel, sokakta oyun oynayan, akşam yemeğine kadar gününü arkadaşlarıyla dışarıda geçiren bir çocukluk geçirmiş. “Sanırım bunu yapabilen son jenerasyonum” ifadelerini kullanan Göksel, “Bunun yanı sıra ailem çok seyahat ederdi, hafta sonu tatillerinde bile uzun yol seyahatleri yapardık. Hatta sadece bir gece kalmalı çok Adana yolculuğumuz olmuştur” diyor. Çok küçük yaşta kültürel gezilerle tanıştığını söyleyen Göksel için yeni yerler keşfetmek zamanla bir tutkuya dönüşmüş.
Aynı zamanda çocukken gittiği antik kentlerde “Burada çocuklar var mı, ne oynuyorlarmış?” diye sorular sorup yeni yeni oyunlar icat ettiğini anlatıyor o günlere dair. Bu iki tutku yani oyun oynamak ve seyahat etmek Göksel’i lise ve üniversitede Seyahat ve Tur İşletmeciliği Bölümü’nde okumaya yönlendirmiş. Üniversite yıllarında da sivil toplum, sosyal fayda üretmek gibi kavramlarla tanışınca bu süreç yıllar içinde şekillenerek Oyun Atlası’na zemin hazırlamış. Eğitim hayatı boyunca gittiği her antik kent ve müzede eski oyunların izine rastlamaya başlayan Göksel, insanların gezerken yanından geçip gittikleri taşlara oyulmuş oyunların daha çok insan tarafından fark edilmesi için çalışmalara başlamış. İlk olarak detaylı bir arşiv taramasıyla geleneksel ve antik oyunları derleyen Göksel, 2018 yılında “Oyun Atlası” isimli sosyal girişimini kurmuş. Göksel, bu girişim ile oyun yoluyla kültürel mirasın aktarılmasını ve kaybolmaya yüz tutan geleneksel ve antik oyunları tekrar canlandırmayı hedefliyor. Ayrıca antik oyunları hem sürdürülebilir malzemelerle üretiyor hem de atölyelerle geleneksel oyunlara dair bilgilerin aktarılmasını sağlıyor. Göksel, aynı zamanda Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar Programı’nın 14. Sezonunda Fark Yaratan seçilmiş.
Göksel Oyun Atlası’nı, “Antik ve geleneksel oyunların izini süren, yerinde araştırarak arşivleyen, oyunları yeniden tasarlayarak yaşatan, kültürel mirası oyun yoluyla aktaran bir sosyal girişim” olarak anlatıyor ve ekliyor: “O seyahat etme tutkumun profesyonel mesleğime dönüşmesi ve çocukken sorduğum bu soruların peşine düşmemle ortaya çıktı diyebiliriz. Üniversitede okurken ‘Gerçekten oyun oynamışlar mı, neler oynamışlar’ diye araştırmaya başladıkça kişisel bir merak olarak bu bilgileri toplamaya başladım, topladıkça hâlâ bazı antik kentlerde oyun kalıntıları olduğunu gördüm ve zamanla bu bölgeleri gezmeye başladım. Kişisel bir arşiv olarak biriktirdim. Üzerine makaleler yazılmış, kitaplarda toplanmış bu bilgiler sadece yazılı kaynak olarak kalmasın diye bu bilgileri deneyime dönüştürerek yerinde ziyaret edilebilir, oynanabilir ve yaygınlaştırılabilir bir forma dönüştürmek istedim. Sivil toplum kuruluşları ile gönüllülükten başlayıp profesyonel çalışmaya dönen yirmi yıllık çalışma tecrübem var, tüm bu birikimlerimi aktarmak içinse Oyun Atlası isimli bir sosyal girişim kurdum. Çeşitli atölye programlarıyla hem yetişkinlere hem de çocuklara eğlenceli ve öğretici birçok uygulama yapıyoruz. Oyunları yeniden tasarlayarak üretiyoruz. Kurumlara özel oyunlaştırılmış içerikler hazırlıyoruz.”
Bu oyunlar bizi bir arada tutuyor
Oyunun toplumsal ve kültürel yeri olduğu kadar bireysel olarak hayatlarımızda da etkisi olduğunu dile getiren Göksel, bu çalışmanın ortaya çıkmasındaki en önemli etkenin de hepimizi etkileyen oyun tarihi ve kültürünün yavaş yavaş teknolojinin ve kentleşmenin getirdiği etkiler sebebiyle kaybolmaya başlamış olması olduğunu söylüyor. “Oyun Atlası olarak oyunların peşine düşmemizle birlikte aslında insanlık tarihinin önemli bir ritüelini kaybetmeye başladığını gözlemledik” diyen Göksel, “Yeniden oynayarak öğrenmeye, iyi hissetmeye, huzura, bağlanmaya, iletişim kurmaya, bozulan ilişkilerimizi onarmak için bir çözüme hem toplumsal hem de bireysel anlamda ihtiyaç duyuyoruz. Antik oyunları araştırırken bu topraklara ait, anneannelerimizin, dedelerimizin oynadığı ve yeni nesile aktarılmayan oyunlar olduğunu bu oyunların onlardan sonra kaybolacağını fark ettik” ifadelerini kullanıyor ve sözlerini şu şekilde sürdürüyor: “Bu oyunlar bizi buluşturan, birbirimize güvenmeyi, saygıyı, sevgiyi, yenilsek de birlikte yola devam ettiğimizi hatırlatan bizi bir arada tutan oyunlar. Bu oyunların kaybolması ortak değerlerimizin de kayıp vermesi demek. Aynı şekilde antik kentlerde bulunan oyunlar da bir tarih barındırıyor ve fark etmeden yanından geçip gidiyoruz. Kültürel mirasımızın korunması ve yeni nesillere aktarılması çok önemli. Ülkemizin kültür kaynakları çok zengin. Ben de bu mirasın bir parçası olan oyunları ele alıp kültürel mirasın aktarımını oyun yoluyla yaparak kültürel mirasımıza bu şekilde katkı sunmak istedim.”
Çocuklar ve yetişkinlere özel atölyeler
Çocuklar ve yetişkinlerin katılımıyla atölyelerde gerçekleştiren Göksel, şu ana kadar yaklaşık bin 500 kişiye ulaştıklarını dile getiriyor. Bu sayının hızla artacağına inandığını ifade eden Göksel, bu yıl Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar Programı’na seçildiği için, yaptığı çalışmaların daha çok insana ulaşmasını sağlayacağını dile getiriyor. Bununla birlikte hem antik kentlerde bu kadar oyun olduğunu öğrenmelerinin heyecanı hem geleneksel oyunlarımızı yeniden hatırlatmak bu oyunların geçmişten bugüne kurduğu bağı birlikte deneyimlemenin katılımcılara çok keyif verdiğini anlatan Göksel, “Çocukların keşfetme ve merak duygularının hemen eyleme dönüşmek istemesini görmek muhteşem bir duygu, hemen bir müzeye veya antik şehre gidebilirler mi diye soruyorlar ailelerine. Yetişkinlerde de aynı şekilde gezip görme isteği oluşuyor. Üniversite öğrenci gruplarının müze gezmek aklımıza bile gelmezdi derken bizim atölyelerimizden sonra müze kart edinmeleri ve müzeleri gezmeye başlamaları olmuştu” şeklinde anlatıyor.
Antik oyunları sürdürülebilir malzemelerle ürettiklerini anlatan Göksel, “Çalışmalarımızda, bu toprakların oyun kültürünü ve araştırmalarımız sonucunda bulduğumuz oyunları ve hikâyelerini aktarıyoruz. Çocuklar ve yetişkinler için geliştirdiğimiz farklı içerikler var. ‘Oyunun İzinde’, ‘Benim Antik Oyunum’, ‘Hafızayı İşlemek: Oyun’ gibi atölyelerimizin içerikleri farklı ama özü aynı. Atölyelerimizde geçmişten bugüne oyun yoluyla bir yolculuğa çıkıp sonunda kendi oyunumuzu tasarlayarak bitiriyoruz. Atölyelerimizde yaygınlaştırma için kullandığımız oyunlarımız var. 9 Taş, Mangala, Peçiç, Tavla gibi oyunlarımızı buldan kumaşlara pamuk ipliklerle nakışlatarak oyunları ömürlük ve sürdürülebilirlik çerçevesinde doğayla uyumlu bir şekilde üretiyoruz” diyor.
İstanbul lalesi sokakları yeniden süsleyecek
Selçuklu ve Osmanlı döneminde Anadolu'da yetiştirilen ancak 19. yüzyılda üretimi çeşitli nedenlerle ortadan kalkan "İstanbul lalesi" yeniden üretilecek. Lalenin bir Türk çiçeği olduğunu ulusal ve uluslararası düzeyde pekiştirmek, Türkiye'de yeniden bilinirliğini ve üretimini yaygınlaştırmak amacıyla eski İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş tarafından 2011'de kurulan İstanbul Lale Vakfı çalışmalarını sürdürüyor. Her yıl düzenlenen lale festivalinde kullanılan on binlerce soğanı ekip üreten vakıf, İstanbul'a özgü hançeri sivri yapraklı, badem şeklinde çiçekleri olan, "Osmanlı lalesi" adıyla da bilinen çiçeğin yeniden kentin sokaklarını süslemesini sağlayacak.
Minyatür dokuma tezgahları Bursa’da
Bursa’da, el sanatları ustası Abdullah Yurtsever’in minyatür dokuma tezgahı koleksiyonundan oluşan sergi, ziyarete açıldı. Denizlili dokumacı bir aileden gelen 75 yaşındaki Yurtsever, hiç dokuma deneyimi ya da mühendislik bilgisi olmamasına rağmen büyük dokuma tezgahlarının minyatürlerini yapmaya başlamış. Yıllar geçtikçe bu konuda ustalaşan Yurtsever, araştırmaları sonucunda geleneksel 2 ya da 4 çerçeveli ahşap Anadolu tezgahları, mekikli Bursa kara tezgahının benzeri 2 ila 4 çerçeveli tezgahlar, 6 çerçeveli armürlü ve 6 çerçeveli jakarlı olmak üzere 4 ana modelde tezgahlar üretmiş. Yıllar süren emeğin ardından 30 parçalık minyatür dokuma tezgahı koleksiyonunu oluşturan Yurtsever’in koleksiyonu, Merinos Tekstil Sanayi Müzesi galeri alanında 17 Eylül’e kadar görülebilir.
Yozgat’ın Roma hamamı Basilica Therma
Yozgat’ın Sarıkaya ilçesinde, 2018’de UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan ve “Kral Kızı” adıyla bilinen Roma hamamı Basilica Therma’da çevre düzenleme çalışmasında sona gelindi. Mimarisi ve 50 derece sıcaklıkta 2 bin yıldır akan termal suyuyla öne çıkan hamamın, Müze Müdürlüğü gözetiminde 2022’de başlatılan çevre düzenleme çalışması tamamlandı. Çalışma kapsamında karşılama merkezi, yerel ürünlerin satılabileceği merkez, kafeterya, yürüyüş ve fotoğraf çekim alanları eklendi. Roma hamamı Basilica Therma, 15 Ağustos’tan itibaren tarih ve doğa severlerin ziyaretine açık.