Gençlere verilen din eğitiminde okullarda din dersi hocalarına da büyük görev düştüğünü söyleyen yazar şair Hüseyin Akın uzun yıllar din dersi öğretmenliği yapmış ve dersleri büyük ilgi görmüş bir hoca olarak şunu söylüyor: “Din anlatımı sadece göze ve kulağa hitap etmekle sınırlı olmamalı, aynı zamanda kalbe de sirayet edecek derinlik ve inceliğe sahip olmalıdır.”
Hüseyin Akın şair, yazar kimliğinin ötesinde her şeyden önce iyi bir din öğretmeni. Uzun yıllar İstanbul’da farklı okullarda öğretmenlik yaptı ve gençlerle kurduğu diyalogla hep sevildi. Hatta dersine farklı dinlerden öğrenciler girdi. Geçtiğimiz hafta Enes Kara’nın vefatından önce paylaştığı video tekrar gençlere dini bilgilerin nasıl öğretilmesi gerektiği konusunu gündeme getirdi. Biz de sorularımızı Hüseyin Akın’a yöneltip onun tecrübelerini dinledik.
Farklı sosyokültürel muhitlerde uzun yıllar öğretmenlik yaptım. Nişantaşı Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi, Rotary Anadolu Lisesi, Tarhan Koleji gibi okullarda Din Kültürü derslerine girdim. Her birinde eşsiz güzel hatıralarımın olduğu bu okullarda ilk başta şunu söyleyebilirim: Siz din adına ne anlatırsanız anlatın, çocuklar ve de gençler bunu “hayat” olarak anlıyorlar. Bu yüzden öncelikle hayatla barışık bir din anlatımı geliştirmek gerekiyor. 12-15 yaş kritik eşik. Fıtrat zaten bu yaş grubundaki çocuklarımızı o süreçte korumaya almıştır. Hangi sosyokültürel çevreden gelirse gelsin dinî ve ahlâkî anlamda bütün çocuklar din eğitiminin temel amaçlarıyla uyumludur. Uyumsuzluk fıtrattan ve tabiattan sapmakla meydana gelen bir şeydir. 12-15 yaş çocukların içerisindeki asude bahçeyi temiz tutup muhafaza etme evresinin son istasyonudur. Eğer bu yaşlardaki çocuklara dinî bilgilerden bahsetmeniz gerekiyorsa öncelikle vereceğiniz o bilgiye öğrenciyi özendirerek başlamanız gerek. Zira ihtiyaç haline gelmemiş her bilgi gibi vereceğiniz din içerikli bilgi de çocuklar üzerinde yük olmaktan öteye geçemeyecektir. Yaşama sevincini örselemeden, kuşak dil ve idrakini dikkate alarak bilgilendirme yoluna gidilmelidir.
YAĞMURU İÇLERİNDE HİSSETTİLER
Etkileşimli eğitim denildiğinde genelde çoğumuzun aklına akıllı tahta ile akıllı telefon ya da tablet arasındaki ilişkiye öğrenci zihninin yaklaşım göstermesi geliyor. Fakat asıl olan tabiat etkileşimli eğitimdir. Hayatla bağdaşan, tabiatla uyuşan bir eğitimden bahsediyorum. Sözünü ettiğiniz derste konumuz Kur’an’ın sure ve ayet kavramlarıydı. Ayet kelimesini somut biçimde bütün aksamıyla anlatmak için o ders saatinde dışarısının meteorolojik durumu tam anlamıyla müfredata uygunluk arz ediyordu. Bu dersin gençler üzerinde etkileyici olması duyuşsal imkânlardan yararlanılmış olmasıyla ilgiliydi. Din anlatımı sadece göze ve kulağa hitap etmekle sınırlı olmamalı, aynı zamanda kalbe de sirayet edecek derinlik ve inceliğe sahip olmalıdır. Yağmurun yağışıyla birlikte kevni ayetlerle beraber ardından Kur’an’ın ayetlerinin okunması öğrenciler üzerinde çok farklı bir tesir bırakmıştı. Çünkü tabiatın söylediğine kulak verdiler. Sadece duymadılar, sadece görmediler, içlerinde hissettiler.
Ders işlenen bir şey olmalıdır. Hele bu Din Dersi ise daha bir böyledir. İşlemekte bedii duyguları da hesaba katmak vardır. Ders sadece konu anlatmaktan, müfredatı yetiştirmekten ibaret bir şey değil. Öğretmen nakilci değil, kılavuzlayan, yol gösterendir. Aktarımı artık robotlar da yapıyor. Model olmalı öğretmen, hafızada kalmalı, gönüllerde yer etmeli. Din öğretmeni de öyle, her şeyi unuttuktan sonra akılda kalacak şeyleri anlatmalı; iz bırakmalı. Öğretmenliğin üçte ikisi tiyatrodur. Özellikle Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenleri şu dört noktaya göz ardı etmemeli. Ben bu umdeleri “Kırk Dakika Koridoru” isimli kitabımda 4M şeklinde formüle etmiştim. Yani, motivasyon, moral, mizah ve musiki bir dersi işlenen ders kıvamına yaklaştırır.
TALİHSİZ ÇOCUKLUK DÖNEMİ ETKİLİ
Aslında bu sadece dini bilgilerle sınırlı bir şey değildir. Bu dönemlerdeki her bilgi ilerleyen dönemlerde dinî hüviyete bürünür. Dinî ile din dışı arasını tefrik etmek o kadar kolay bir şey değildir. Dîni bir bilinç üzere, sahici anlamda öğrendiğinizde “din dışı” diye bir şey de aradan çekilir. Her şey dinî hale gelir, gerçekte de böyledir. Zira din ve karşı din vardır hayatta. Çocukluk şahsiyetin teşekkül ettiği bir dönem. Yedisinde nasılsanız yetmişinde de öyle olursunuz. Dinle kolay diyalog kuramayan yaşlı kesimin ortak özelliği dinsel anlamda talihsiz bir çocukluk dönemi geçirmiş olmalarıdır. Bu talihsizliğin bir başka nedeni de dengesiz ve yanlış din eğitimine maruz kalmış olmaktır. Memleketimizin anlı şanlı ateistlerine baktığınızda birçoğunun çocukluk hikayesinde bu yaşanmışlıklar vardır. (Yıllar önce yazdığım “Ateistler İçin Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” kitabımda bu mevzuyu etraflıca ele almıştım.)
SEKÜLER HAYAT VE İBADETLER
Bazı dini ritüeller folklorik karakter kazanmıştır. Toplumumuzun kültürel Müslümanlığına hitap eden şeylerdir bunlar genellikle. Oruç, bayram, kurban, ramazan gibi. Domuz eti yememek, sünnet olmak gibi dini uygulama alanlarını da bu çerçeveye dahil edebiliriz. Namaz ve cami etrafında şekillenen ayrışma ve uyumsuzluklar yine bu folk İslam karakteri ile yakından alakalıdır. Seküler hayatın günlük akışına mâni olmadığı sürece dini uygulama ve törenler her görüşten geniş kitleler tarafından benimsenip yerine getirilmektedir. Namaz zaman ve mekân boyutu olan bir ibadet olmanın yanı sıra devamlılık gerektiren bir ibadettir. Bu yönüyle günlük hayatın modern dizgesine meydan okur. Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” dediği o manevi atmosferi ne yazık ki kaybettik. Oruç mekân boyutu olmayan sadece zaman boyutu olan, imsakle iftar arası görsel tarafı olmayan bir ibadet olduğu için çok daha geniş sosyal katmanlar tarafından yerine getirilen bir ibadettir. Mekânsal bağlayıcılığı yoktur. Namazını düzenli kılan camiye müdavim insanlar folklorik İslam’la iktifa etmeyerek, dini kaynaklara dayalı bir sistem olarak algıladıkları için kalabalıkların gözünde ayrıksı durmaktadır. Bu ülkemizin din macerası ile ilgili sosyolojik bir durumdur.
Gençler bulmak istiyor aile aramasına fırsat vermiyor
Gençlerin dini tecrübelerini kendi özgür iradeleriyle yaşayıp kazanmalarına fırsat verilmesi gerektiğini ne yazık ki çok geç fark ediyoruz. Aileler dinî hassasiyetleri neticesi, iyi niyetle çocuklarına hayattan kopuk, gençlik enerjileriyle hiç örtüşmeyen, ruhunu ve mantığını kavramasına müsaade edilmeyecek biçimde dini yönlendirme yapıyorlar. Gençler bulmak istiyor, büyükler onların aramalarına fırsat vermiyor. Yanlış yola sapmalarından korkuyorlar. Refakat etmek, yoldaş olmak, yol göstermek varken söz konusu din olunca adrese teslim yapıyorlar. Neşeden uzak korku ve endişe içerisinde verilen sözüm ona din eğitimi din yorgunu kuşaklar oluşturmaktan başka bir şeye yaramıyor. Gençleri anlamak onlara anlatmaktan çok önemlidir. Anlamadan anlatmaya kalkar ve bir de baskı kurarsanız yalnızlıkları ve çaresizlikleri depreşecektir. Okullarımızda da başarı eksenli, rekabetçi, ders çalışmaktan gün yüzü görmeyen öğrenci profili değişmelidir. Yegâne değeri başarı olan öğrenci başarının sanıldığı gibi her kapıyı açamayacağını anladığında ağır bunalımlara girebilir.