Mustafa Cambaz’ı üniversitedeki arkadaşları anlattı. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’ndan sınıf arkadaşı Faruk Yılmaz, “15 Temmuz’da Mustafa’yı o meydanlara çıkartan duygu, üniversitede bizi bir araya getiren duygunun aynısıydı. Mustafa, öyle bir olayda bir adım dahi geriye atacak bir insan değildi, davasında her zaman dik duran bir insandı” ifadelerini kullanıyor.
Yıl 1988 veya 89. O günkü ismiyle İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu binasının önünde bir grup öğrenci, ders çıkışı bir arkadaşlarının getirdikleri fotoğraf makinesinin objektifine poz vermiş, gülümsüyor. Deklanşöre basan isim, Hasan Yılmaz’ın tahminine göre 2008 yılında kaybettikleri dostları gazeteci Kemal Çapraz. 35 yıl sonra bu eski fotoğraf karesine bakan arkadaşların hiçbiri çekim tarihini tam olarak hatırlayamasa da o yılların hafızalarındaki en güzel anılar olduğunu söylüyorlar. Bir de o gün aralarında olan ve artık adını hafızalarına “şehit” olarak kazıdıkları Mustafa Cambaz’ı hiç unutmadıklarını.
15 Temmuz şehidimiz Mustafa Cambaz’ın da aralarında bulunduğu o fotoğrafın hikâyesini Cambaz’ın İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda tanıştığı ve bir ömür dostluk kurduğu Gültekin Alihocagil, Faruk Yılmaz, Yüksel Şahin, Bülent Çelik, Cemal Terzi, Osman Tosun, Memduh Yağmur ve Hasan Yılmaz ile konuştuk. Gültekin Alihocagil, “Biz aynı okulu, aynı sınfı paylaşmanın ötesinde aynı değerleri, aynı idealleri, aynı ülküyü paylaşan, aynı dünya görüşüne sahip bir grup arkadaştık” sözleriyle anıyor o efsane okul arkadaşlıklarını. Fotoğrafta Cambaz’ın hemen yanında bulunan dostu Bülent Çelik ise “Şehit oldu diye övmek çok ayrı bir konu zaten ama gerçekten iyi bir insandı. Pırıl pırıl bir arkadaşımızdı” diyor Cambaz için. Dava arkadaşı Faruk Yılmaz, “15 Temmuz’da Mustafa’yı o meydanlara çıkartan duygu, üniversitede bizi bir araya getiren duygunun aynısı. O vatanseverlik, o milliyetçilik” ifadesini kullanırken, Yüksel Şahin ise Mustafa Cambaz’ın şehadetinin ardından “İçimizde demek ki şehitliği, şehadeti kabul edebilecek kadar iman sahibi oydu, şehadet ona nasip oldu” diyor.
Fikri yakınlık önemliydi
“İnsanlar üniversiteye ilk geldikleri zaman kendilerine yakın insanlar ararlar. O dönemlerde bizim tanışmalarımız da genelde fikri yakınlığa göreydi” diyen Faruk Yılmaz, okul kantinde otururken gelenlerin görmesi için kendi görüşlerinden yayınları masaya dizdiklerini anlatıyor. Cambaz ile tanışmaları da böyle olmuş. “Okuduğumuz gazeteleri, dergileri tanıyanlar selam verir, yanımıza gelirdi. Biz ülkücü camianın insanlarıyız. Cambaz da kendisini bize yakın gördü” diyor. Özellikle Tercüman Gazetesi’nin sağ görüşün rozeti gibi taşındığını anlatan Yüksel Şahin ise, “İlk günlerde çoğu insanı tanımıyorsun ama ileriki günlerde dünyaya karşı aynı bakış açısını yakaladığın insanları bulabilmek için tabii o gazete çok önemli. O dönemde sadece sağ görüşlü insanlar koltuğunun altında Tercüman Gazetesi gördüğün zaman, ‘Aaa bizden biri’ der ve sohbet başlardı. Tercüman Gazetesi, ‘Ben milliyetçi, muhafazakar, dindar bir insanım’ demekti. Arkadaşlarımızın hemen hemen tamamıyla o şekilde tanıştık” açıklamasını yapıyor. Özellikle 1987 döneminde okula gelen sağ kökenli arkadaşların hepsinin dava şuuruna sahip çocuklar olduğunun bu nedenle de 1987 döneminin bir anlamda ülkücü hareket için “altın dönem” olduğunun altını çiziyor.
Derse değil kantine giderdik
“Bizim dönemimizde derslere devam mecburiyeti varla yok arasındaydı” diyen Gültekin Alihocagil, dersin olduğu günlerde okulda olsalar bile vakitlerini derse girmekten çok okul kantininde geçirdiklerini anlatıyor. Yüksel Şahin de okul kantininin onların döneminde siyasetin çokça tartışıldığı bir yer olduğunu aktarıyor. Zaman zaman bu tartışmaların alevlendiği ve kavgaya dönüştüğü oluyormuş. Hatta 12 Eylül sonrasında özellikle ülkücü gençlerin olaylara karışmaması talimatı ile “balkondan seyretmeleri” tembih edilse de ülkücü hareketi “balkondan indiren” Cambaz’ın da aralarında bulunduğu İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu öğrencileri olmuş.
Uç Beyimiz Cambaz’dı
“Bizim Türkiye dışında yaşayan Türkler konusunda biraz hassasiyetimiz vardır. Mustafa’nın da Batı Trakyalı olması dolayısıyla bizim için ayrı bir değeri var” diyen Osman Tosun, Cambaz’ı aralarındaki lakabının “Batı Trakya Ülkü Ocakları Başkanı” olduğunu söylüyor. Hatta zaman zaman ona “Akıncı Beyimiz” veya “Uç Beyimiz” dedikleri de olurmuş. Cemal Terzi ise Yunan’a askerlik yapmamak için vatandaşlığından vazgeçen Cambaz’ı “Gerçek bir dava adamı” olarak hatırlıyor. Kendisi de Avşar Türklerinden olan Memduh Yağmur da Mustafa Cambaz ile aralarında “Emmioğlu” ve “Teyzeoğlu” diyerek şakalaşmalarını anlatıyor. Ayrıca Yağmur, bu dostluklarını 1980 sonrası ülkücü hareketi anlattığı senaryosuyla beyazperdeye taşımaya niyetli olduğunun müjdesini veriyor. Senaryoda Cambaz, “Balkanlı” karakteriyle karşımıza çıkacakmış. “Mustafa benim Batı Trakyalı olarak, Trakya Türk’ü olarak tanıdığım ilk arkadaşımdı” diyen Hakan Yılmaz ise Cambaz’ın daha sonra tanıdığı tüm Batı Trakyalı Türklerden farklı bir hikâyesi olduğunu hatırlatıyor: “Belki de Mustafa’nın şehitliğinin altındaki psikoloji özgürlüğün kıymetini bilmesi. Çünkü o Batı Trakya Türkü olarak, doğduğu topraklara gidip gelememek, oraya hasret kalmak gibi bir ızdırabı yaşadı. Dolayısıyla o vatanseverlikle Türkiye’de de böyle bir tehlikeye karşı ilk koşanlardan birisi oldu.”
Bayrağı göndere sen çek
Mustafa Cambaz’ın 13-15 yaşlarında kendi çakısıyla bileğine kazıdığı bir Trakya haritası olduğunu anlatan Faruk Yılmaz, haritanın ortasında ay-yıldız ve bir yumruk bulunduğunu söylüyor. Yunanistan’da yaşadığı dönemlerde kışları bile o kolunun kıvırırmış ki özellikle Yunanlılar görsün istermiş. Yılmaz, Cambaz’ın anlattığı bir başka anıyı daha şu sözlerle dile getiriyor: “Türkiye’ye geldikten sonra Zeytinburnu İmam Hatip’te okurken, ikinci senesinde sanırım. Pazartesileri İstiklal Marşı töreni yapılıyor, bayrak göndere çekiliyor. Bir gün bir hocası ‘Mustafa sen gel, Yunanistan’da çok Yunan bayrağı göndere çekmişsindir gel bir sefer de Türk bayrağı çek’ demiş. O zamana kadar okusa da bunu hiçbir hoca söylememiş. Mustafa’nın bunu anlatırken gözleri doluyordu, benim de hala her hatırladığımda doluyor. ‘Benim için hiçbir hoca bunu söylememişti, o gün o bayrağı göndere çekerken okuduğum İstiklal Marşı’ndaki coşkuyu unutmayacağım’ demişti.”
Böyle çok cemaat görmedik
Sandalda çekilen fotoğraf ise grubun Trakya gezisine ait. Faruk Yılmaz, fotoğrafın Tekirdağ’ın Saray ilçesine bağlı Kıyıköy’ünde yaptıkları bir piknik sırasında çekildiğini anlatıyor. “Kıyıköy’ün böyle iki tane deresi vardır. Orada sal gibi bir şeyler yapmışlardı. Onlara binip, ipleri çekerek karşıya geçiliyordu. Biz de bayağı kalabalık bir gruptuk. Karşıya geçersek daha rahat oluruz diye geçtik” diyor. Son görüşmelerinde bu fotoğrafı Cambaz ile de paylaştıklarını söyleyen Gültekin Alihocagil ise geziyle ilgili şu hatırayı bizimle paylaşıyor: “Dönüş yolunda namaz kılmak için bir köyün camisinin önünde durdu otobüsümüz. İndiğimizde caminin kapısı kilitliydi, rahmetli Mustafa, ‘Bunlar benim hemşehrilerim. Ben şimdi açtırırım kapıyı’ deyip köylülerden yaşlıca bir amcanın yardımıyla caminin kapısını açtırdı. Mustafa’nın kısa zamanda muhabbet kurduğu, amcamız bizim cemaati biraz fazla görünce heyecanla ‘Bu cami bu kadar cemaati bir arada az gördü’ diyerek sevincini dile getirmişti.”
Mutlaka görüşelim Mustafa’m
Okul yıllarında Kemal Çapraz’ın öncülüğünde başlayan ve sonraki senelerde de ekibin devam ettirdiği iftarlar senelerce sürmüş. Gazetecilik yaparken Cambaz ile yollarının sık sık kesiştiğini söyleyen Gültekin Alihocagil, Cambaz ile son görüşmesini telefonda, onu 2016 Ramazan buluşmasının tarihi ve yerini paylaşmak için yapmış. Ancak iftara kendisi katılamayınca görüşememişler. Şehadetinden bir ay önce 15 Haziran gününde düzenlenen geleneksel iftarda Cambaz ile buluşan Cemal Terzi ise Cambaz’a, “İkimiz de Bayrampaşa’dayız. Ben orada oturuyorum sen orada çalışıyorsun ama görüşemiyoruz Mustafa’m. Mutlaka görüşelim” dese de bir daha görüşmek nasip olmamış. Faruk Yılmaz da dostuyla en son 2015’ın Aralık ayında Cambaz’ın büyük bir özenle hazırladığı “Türkiye Ulu Camileri” albümünün ardından, “Bazı örnek ulu camiler ile ilgili de bir belgesel video hazırlamak istiyorum. Bunu da seninle yapalım mı?” teklifi ile çıktıkları yolculukta berabermiş. “Mustafa’yla şöyle herhalde bir on gün güzel bir Türkiye turunda beraberdik. On küsur caminin video çekimini yapmıştık. Çok güzel bir seyahatti” diyor. Yüksel Şahin ise Cambaz ile son görüşmesine çiçeklerin vesile olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Ben geçmiş yıllarda İBB Park ve Bahçeler’de AR-GE’nin başındaydım. Çalıştığım yer Mecidiyeköy’deydi. O da yeni Çengelköy’e taşınmıştı. Oradan kalkıp gelir, benden çiçek alıp bahçesini yeşertmeye çalışırdı. Yeşille, doğayla, tabiatla içli dışlı, sevgi dolu bir insandı.”
Bir adım dahi geri atmazdı
Cambaz’ın coşkun bir karakteri olduğunu söyleyen Faruk Yılmaz, “Şu kadarını söyleyeyim. Mustafa, öyle bir olayda bir adım dahi geriye atacak bir insan değildi. Şimdi onlar da muhtemelen yaptıklarını çok doğru bulmuyorlardır ama o yıllarda sol görüşlü arkadaşlar bizim varlığımıza çok tahammül etmezlerdi. Dolayısıyla o tip durumlarda da Mustafa’nın dik duruşunu çok net biliyorum. Pasif kalmayı kabul edecek bir yapısı yoktu çünkü. Biz, o dönemde üniversitede çok etkindik. Hiçbir şekilde pasif bir durumda değildik ama Mustafa her zaman için daha aktif olmayı arzu ederdi” diyor. Nitekim 1989 yılı Aralık ayında 12 Eylül sonrası ilk ülkücü-komünist kavgası burada gerçekleşmiş. Seyyid Ahmet Arvâsî’nin ölüm yıl dönümü için düzenlenen bir seminer programının afişi olayları kızıştırmış. Memduh Yağmur’un anlattığına göre, seminer için düzenlenen afişi hazırlayan ressam arkadaşları, bütün gece sabaha kadar afiş için çalışmış. Ertesi gün de okulun yanındaki fotokopici de çoğaltmış. Afişi kantine astıklarında ise kantini sahiplenen solcu öğrencilerin, “Asamazsınız. Faşistlere, yobazlara geçit yok” söylemleriyle karşılaşmışlar. Ertesi gün daha kalabalık giderek afişi asınca da kavga çıkmış ve iki taraf birbirine girmiş. Yalnız kavgayı uzun sürdürmediklerini hatırlatan Yüksel Şahin, günün devamını şöyle anlatıyor: “Orada güzel bir sopa yendi ama biz durmadık, çıktık. Yürüyerek İstanbul Üniversitesi’nin içinde ana kampüse Atatürk heykelinin olduğu yere gittik. İstiklal Marşı okuduk ve dağıldık. Okulda kalan solcular da dışarıdan gelen teröristlerle beraber okul işgal etmişler. Yakıp yıkmışlar. Polis zorla çıkartmış.”