Yüksek lisans ve doktora eğitimini dünyanın önde gelen iki üniversitesinde tamamlamış olan Saliha Büşra Selman Adıyaman, doktora danışmanının kendisini inançlarından ve kimliğinden bağımsız olarak, çalışkanlığı ve gayretiyle değerlendirdiğini ve desteklediğini belirterek ekliyor: “Danışmanımın mentörlüğü, uluslararası bilim camiasında böyle kapsayıcı insanların varlığını bana gösterdi ve bu da kendi yolculuğumda bana cesaret veren deneyimlerden biri oldu.”
Pek çoğumuz onu, 2016 yılında Şehir Üniversitesinin mezuniyet töreninde okul birincisi olarak yaptığı konuşmayla tanıdık. Yakın tarihte benzer bir konuşmaya şahitlik etmediğimiz/edemediğimiz için çok duygulanmış ve fazlasıyla gururlanmıştık. Ne istediğini bilen, eğitim hayatı başarılarla dolu, bu uğurda defalarca bedel ödemek durumunda kaldığı için belki de ayakları yere sapasağlam basan bu genç hanım, gönülleri fetheden o içten konuşmayı yaparken kendisinden sonra gelen pek çok meslektaşına, kardeşine ilham olacağının farkında değildi. Evet, Saliha Büşra Selman Adıyaman’dan bahsediyorum.
1993 yılında İstanbul’da dünyaya geliyor Saliha Büşra. 2016 yılında İstanbul Şehir Üniversitesi Psikoloji bölümünden hem bölüm hem okul birincisi olarak mezun olduktan sonra 2018 yılında Boston Üniversitesi Psikoloji ve Beyin Bilimleri programında yüksek lisansını bitiriyor. 2023 yılında da University of Wisconsin-Madison, İnsan Gelişimi ve Aile Çalışmaları programında doktora eğitimini tamamlıyor. Zorlu şartlarda yaşayan çocukların beyin ve bilişsel becerilerinin gelişimini koruyan faktörler ve stresin etkileri üzerine çalışmalarına devam eden Saliha Büşra Selman Adıyaman’la kişisel hikâyesini konuştuğumuz keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
n Lisans eğitiminizi Psikoloji bölümünde tamamlıyorsunuz. Bugünkü ilgilerinizin oluşmasında çocukluk/ilk gençlik dönemine dair neler hatırlıyorsunuz?
Çocukken, babam ve annem bizi sıkça kendi çalıştıkları yardım kuruluşlarına götürürdü. Onlarla hastaneye gidebilecek durumda olmayan hastaları evlerinde ziyaret eder, dertlerini dinler ve muayenelerine eşlik ederdik. Bu ziyaretler öncesinde bana “Gideceğimiz yerde bir çocuk olursa ona ne hediye edeceksin?” diye sorarlardı. Çocuk aklımla bir çocuğa verebileceğim en güzel hediye bir oyuncak olurdu. Dönüp odama oyuncaklarımın arasından seçim yapmaya çalışırken “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Buhari) ve “Kişi kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Müsned) hadisleri gelirdi aklıma. Çocuk zihnime bu hadisler, sevdiğim oyuncaklarım arasında sorumlu bir seçim yapmam gerektiğini hatırlatırdı. O dönemden itibaren, başka çocuklara dair bir sorumluluğum olduğunu ve onlar için bir şeyler yapmam gerektiğini hep hissettim.
Küçük yaşlardan beri hayalimdi
Aslında Psikoloji bölümünü tercih listesine yazdığımda ben de birçok öğrenci gibi ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum diyebilirim. Küçük yaşlardan beri hayalim zor şartlarda yaşayan çocuklarla ilgili bir şeyler yapmaktı. Yani okuduğum bölümden önce, kalbimde bu dert vardı. Bir noktadan sonra kazandığım bölüm ile kalbimdeki derdim birbirini beslemeye başladı. Psikoloji bölümü, kalbimde taşıdığım bu dertle ilgili yapacağım çalışmalarda bana kullanacağım araçları sundu.
Psikoloji bölümü yolumu bulmama vesile oldu
Psikoloji literatüründe zor şartlarda büyüyen çocukların, özellikle ileriki hayatlarında ruh sağlığı, duygusal, davranışsal ya da gelişimsel problem yaşama riski tartışılır. Fakat Peygamberlerin ve birçok başarılı insanın hayat hikayelerine bakıldığında, onların da hep çok zor şartlar içinde büyüdüklerini ve bu zorluklarla mücadele edebildiklerini görüyoruz. Yaşadıkları zorluklara rağmen çok başarılı olmuş bu insanlar dünyayı iyi yönde değiştirebilecek kadar güçlü kalplere ve zihinlere sahip olabilmişler. Bu pencereden bakınca “Acaba biz neyi kaçırıyoruz?” diye düşünmeye başladım. Bu soruya cevap bulabilmek amacıyla zor şartlarda yaşayan çocukların sağlıklı gelişimi için koruyucu faktörler neler olabilir konusu üzerine çalışmaya başladım. Psikoloji bölümündeki her bir yılım farklı deneyimlerle şekillenerek bugünkü yolumu bulmama vesile oldu.
Başörtüm sebebiyle diskalifiye edildim
Başörtüsü takmaya ortaokul son sınıfı bitirdikten sonra başlamıştım. O yıllarda ülkemi Karate milli takımında temsil etmiş İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin lisanslı bir karate sporcusuydum. O döneme kadar hem ulusal hem de uluslararası müsabakalara katılarak pek çok madalya kazanmıştım. 2007 yılında, 14 yaşındayken Sivas’ta gerçekleşen milli takım seçme maçına başörtülü olarak katıldığımda, başörtümü çıkarmam istendi. Ailem o sırada yanımda değildi. Sıklıkla dile getirilen “Aile baskısıyla mı örtündün?” sorusuna karşılık, orada vereceğim karar tamamen bana aitti. Başörtümün çıkartılmaya zorlandığı bu maçta başörtümü çıkartıp maça katılsaydım, o yaşta bu durumdan dolayı beni kimse yargılamazdı. Ancak inancım nedeniyle bana iki yıllık yarışma yasağı verildi.
Sporcu arkadaşlarım destek oldu
Fakat unutamadığım ve en değerli olarak nitelendirdiğim bir diğer anı ise, Türkiye’nin dört bir yanından gelen farklı görüşlerden olan sporcu arkadaşlarımın istisnasız hepsinin, bu zorlu süreçte bana gösterdikleri destekti. Takım arkadaşlarım, rakiplerim ve farklı kulüplerden gelen diğer sporcular, başörtüm nedeniyle yaşadığım bu haksızlık karşısında yanımda durdular. Kimileri, eğer ben maça alınmazsam, kendilerinin de maça katılmayacaklarını söylediler. Bu deneyim, başörtüsü meselesinin aslında farklı görüşlerden öte, haksızlık karşısında durma meselesi olduğunu bana gösterdi.
Liseyi bitirdiğimde iki diplomam vardı
Ortaokulu ikincilikle tamamladıktan sonra, başörtülü olarak bir liseye devam edemeyeceğimi bildiğim için açık liseye kayıt yaptırdım. Aynı zamanda, bir Kur’an kursunda yatılı olarak hafızlık eğitimine başladım. Hafızlık derslerimin arasında, boş bulduğum her anı değerlendirerek kendi başıma okul derslerime çalışıyordum. Gelecekte tekrar okula dönebilme imkânım olup olmayacağını bilmediğim için, okul derslerime çalışırken zaman zaman gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Ancak olur da bir ihtimal olursa diye çalışmaya devam ettim ve dışarıdan lise sınavlarını verdim. 3-4 yılın sonunda hem hafızlık sınavına girerek hafızlık diplomamı aldım hem de dışardan sınavları vererek lise diplomamı almış oldum.
İlgilerim beni akademiye yönlendirdi
Psikoloji eğitimim sırasında, beyin ve davranış arasındaki bağlantıyı araştıran çalışmalara karşı bir ilgim oluştu. Sadece ders için verilen okuma ödevlerini değil, aynı zamanda kendi başıma da konu üzerine araştırmalar yapıyordum ve birikmiş sorularımı hocalarıma sormak için onların yanına gidiyordum. Ancak, hocalarıma soru sormadan önce, verilen okuma ödevlerini tamamlamış, ders kitabının ilgili kısmını okumuş, hatta özetini çıkarmış ve ek araştırmalar yapmış oluyordum. Bunu vurgulamamın nedeni, insanların “Ne kadar şanslısın, hocaların sorularını yanıtlamış” demeleri. Aslında, sorularımı sorduğumda, hocalarım konu üzerine çalıştığımı ve ciddi bir ilgim olduğunu anlıyor ve bu yüzden zamanlarını ayırıyorlardı. Bir gün beyinle ilgili soruları sormak için hocalarımdan birinin yanına gittiğimde, “Bu konuya oldukça ilgilisin, nöroloji bölümünden tanıdığım biri var, sorularını ona sormak ister misin?” dedi. Ben de elbette dedim ve hocaya bir e-posta göndererek uygun bir zamanda görüşmek üzere okuluna gittim. Sorular sordukça, hocalarım da “İstersen bunu yapabilirsin, şunu da okumanı öneririm” gibi, küçük gibi görünen ancak değerli yönlendirmelerde bulundular. Okudukça ve tecrübe edindikçe ilgi alanlarım netleşti ve bilgi birikimim arttı. Yine bir gün bir makale okurken çocuklarla ilgili çalışmaların yapıldığı bir laboratuvardaki projenin sonuçlarını gördüm. O laboratuvarın hocasına “Bu konularda araştırmalar okuyorum, çünkü konu ilgimi çekiyor, ayrıca zor şartlarda yaşayan çocuklara boş zamanlarımda ders anlatıyorum. Araştırmalarıma bakarken sizin laboratuvarınızı keşfettim. Çalışmalarınızı yerinde gözlemleyebilme ve belki sizinle çalışma fırsatım olabilir mi?” minvalinde bir e-posta gönderdim ve mülakata davet edildim. Sonrasında kabul aldım ve bilimsel araştırma ortamını bizzat gözlemleyerek, projelere katıldım. Yaz stajının ardından bir yıl daha o laboratuvarda uzaktan çalışmaya devam ettim. Başlangıçta akademik bir kariyeri hedeflememiştim. Ancak, okumaya olan sevgim ve bilimsel araştırmalara olan ilgim beni bu yola götürdü. Zamanla fark ettim ki, içinde bulduğum yer akademi olmuş.
Danışmanım çalışkanlığımla değerlendirdi
Yüksek lisans ve doktora çalışmalarım için Amerika’da bulunduğum yıllar boyunca başlangıçta bazı korkularım vardı. Lisans döneminde katıldığım projeler, bu süreç için bir ön hazırlık işlevi gördü ama gerçekten zorlandığım zamanlar oldu. Zaman zaman başaramayacağımı düşündüğüm anlar yaşadım. Ancak, bunlara rağmen hep elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Bu süreçte bana en büyük destek olan kişilerden biri doktora danışmanım Dr. Janean Dilworth-Bart oldu. Onun mentorluğu kendi sesimi bulmama, kendi sesimi duymama, kendi düşüncelerimi ifade edebilmeme yardımcı oldu. Ne zaman hocam ne yapmamı istersiniz diye sorsam, bir defa bile direkt şunu yap demedi, aksine her seferinde “Sen ne düşünüyorsun? Sen ne yapmak istiyorsun ve neden?” diye cevap verirdi. Şefkat ve empati ile nasıl insani değerleri özümseyerek bir akademisyen olunur hakkında değerli içgörüler edindim ve bunları hayatım boyunca uygulamaya çalışacağım.
Dr. Janean Dilworth-Bart, Afrikan-Amerikan kökenli bir akademisyen olarak hayatındaki zorlukları aşarak ulaştığı konumu ve oradaki akademik duruşuyla, bana çalışmalarımda destek olduğu kadar, kişisel gelişimimde de büyük bir ilham kaynağı oldu. Beni inançlarım ve kimliğimden bağımsız olarak, çalışkanlığım ve gayretimle değerlendirdi ve destekledi. Bu destek, Türkiye’de bazı üniversitelerde hâlâ inanç veya kimliğin akademik kariyer sürecinde engel olabileceği ima edilirken, dünya çapında saygın bir kurumda akademik hayatımı sürdürebilmeme olanak sağladı. Onun mentörlüğü, uluslararası bilim camiasında böyle kapsayıcı insanların varlığını bana gösterdi ve bu da kendi yolculuğumda bana cesaret veren deneyimlerden biri oldu.
Bir ayağım her zaman Türkiye’de
Yüksek lisans ve doktora eğitimimi dünyanın önde gelen iki üniversitesinde tamamlamış olmak nasip oldu. Şimdi artık akademisyen olarak öğrencilere kazandığım bilgi ve deneyimleri aktarmaya ve sürekli olarak yeni şeyler öğrenmeye devam etmek istiyorum. Bu hedefler doğrultusunda hem Türkiye’de hem de zaman zaman yurt dışında çalışmalarımız olabilir. Ancak, Türkiye’deki öğrencilerin potansiyeline olan inancım çok yüksek ve nerede olursam olayım, bir ayağımın Türkiye’de olduğu çalışmalar yapmayı arzu ediyorum.
En büyük motivasyonum gayret göstermek
Motivasyon konusunda çok soru alıyorum ve insanların bu soruyu sorarken büyük beklenti içinde olduğunu görüyorum. Bunun altında yatan bir nedenin de büyük bir motivasyon bekledikleri için harekete geçmemeleri olduğunu gözlemliyorum. Elbette herkes, bugün ve gelecekte iyi işler başarmak istiyor. Ancak bu konuda otomatik düşünce kalıplarımız, varsayımlarımız ve yargılarımız var. Bugünkü perspektifimizle, gelecekte neyin önemli olacağını kesin olarak bilemeyiz. Bu nedenle, beklediğimiz motivasyonun garanti arayışıyla bazen karıştığını düşünüyorum. Özellikle bir şeyin gerçekleşmesinin garantisi olmadan çaba göstermek istememe eğilimi görülebiliyor. Yani, “Şu şey kesin olacaksa, o zaman bu işi yapayım” düşüncesi var gibi. Benim motivasyon anlayışım, her gün elimde olan imkânlarla ve Allah’ın bana verdiği fırsatlarla, en iyi şekilde çalışmak ve gayret göstermek üzerine. Çok zorlandığım zamanlarda, yapamadığımı düşündüğüm zamanlarda, bir şeyleri başaramayacak olsam da yatakta ağlayarak ya da üzüntüden bile olsa uyuyarak değil masa başında ağlayarak başaramadım diyebilmeliyim, dedim. Lisansta ilgi alanım netleşinceye kadar önüme çıkan az ya da çok, önemli ya da önemsiz, küçük ya da büyük her şeye böyle yaklaşınca bilgi ve tecrübem arttı. Lisans son sınıfa geldiğimde artık hangi yoldan devam etmem gerektiğine dört yıl boyunca edindiğim bilgi ve gerçek tecrübelere dayanarak karar verebilmek daha kolay oldu. Yine de her seferinde motivasyonunuz neydi diye sorulduğu için diyebilirim ki hangi işle meşgul olursam olayım, günün sonunda Allah’a şöyle demek istediğimi fark ettim: “Ben elimden gelenin en iyisini yaptım.”