İslam alimleri, yaşadıkları döneme gerek hayat tarzlarıyla gerekse ilimleriyle damga vurdular. İşte bu alimlerinin torunları da dedelerinin yolunu rehber edindiler. A.Cüneyt Köksal, M. Tahir Büyükkörükçü, Ertuğrul Ökten, Sadullah Yıldız, Fatmanur Babalı ve Şeyma Bulut dedelerini anlattı.
İslamiyet’i anlatmak ve yaymak için çalışan İslam alimleri, yaşadıkları döneme gerek hayat tarzları gerekse ilimleriyle damga vurdular. Ehl-i sünnet yolunu seçerek bu uğurda mücadele eden alimler, özellikle Kur’an yasaklarının yaşandığı ve ibadet özgürlüklerinin kısıtlandığı dönemlerde halkın dini yaşayabilmesi için çaba sarf ettiler. Cumhuriyet sonrasında İslâmiyet’i yaşayan ve onu öğretmek için çalışan bir aileye mensup olan büyük İslam alimi Ali Ulvi Kurucu’yu, hayatı boyunca imam hatip liselerinin yaygınlaşması için mücadele eden, Türkiye’nin ilk İmam Hatip Lisesi Müdürü Mahmut Celaleddin Ökten’i, Cumhuriyet devrinde İslam’a hizmet etmiş birçok alimden dersler alarak sayısız hafız yetiştiren Hilmi Yıldız’ı, 31 yıl boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev alan İslam tarihi yazarı, şair ve mutasavvıf Mustafa Asım Köksal’ı, 20. yüzyılın önemli İslâm âlimlerinden biri olan Konya eski müftüsü ve Kapu Camii vâizi Tahir Büyükkörükçü’yü ve ömrünü İslami yayıncılık üzerine tercümeler yaparak bunları Müslümanlara ulaştırmayı görev edinen İhsan Babalı’yı torunlarından dinledik.
31 yıl boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev alan İslam tarihi yazarı, şair ve mutasavvıf Mustafa Asım Köksal, kaleme aldığı önemli eserleriyle tanınıyor. Günün çoğu saatini çalışarak geçiren Köksal’ın torunu Doç.Dr. Asım Cüneyd Köksal, 29 Mayıs Üniversitesi’nde İslam Hukuku Anabilim dalında öğretim üyeliği yapıyor. 22 yaşındayken dedesini kaybeden Köksal, hayatın her alanında olduğu gibi ilmi çalışmalarında her zaman onun izinden gitmeye çalıştığını söylüyor: “Dedem benim için bir sıradan bir aile büyüğü değildi. Küçüklüğümden itibaren onun terbiyesinde yetişmeye çalıştım. Hem bir ilim adamı olarak hem de İslam’ı hayatına tatbik eden bir insan olarak çok büyük tesirler bıraktı bende. İçimde hala yaşayan bir dedem var.” Dedesinin 1946 yılında ilkokul 4. ve 5.sınıflar için ders kitabı kaleme aldığını ifade eden Köksal “Dedem, ‘Gençlere Din Kılavuzu’ diye bir eser yazdı. Gençlerin dinin temel ilkelerini iyi bir şekilde anlaması ister, bunun için çalışırdı” ifadelerini kullanıyor.
Dedesinin çok yoğun bir çalışma temposu içinde çalıştığını söyleyen Köksal, “O, sabah namazından yatsı namazına kadar aralıksız çalışırmış. 70’li yaşlarına kadar bu durum böyle devam etmiş. 80’li yaşlarındayken ise zaman zaman bana şunu derdi: ‘Şöyle tekrar bir genç olabilsem, mesela 50-55 yaşlarında, daha yazacak bir sürü kitap, yapılacak bir sürü iş var, ama işte bu yaşta bu kadarını yapabiliyorum.’ Ama vefatına kadar yine çok çalıştı. Sağlıklı olduğu son güne kadar hizmet içerisindeydi” diyor. Dedesinin şahsi meseleleri kendisine hiç dert edinmediğini de sözlerine ekleyen Köksal, “En çok İslam ve ümmet meselelerini dert edinirdi. Birileri İslam’ı yanlış lanse etmeye çalışsa ondan çok rahatsızlık duyardı. Kütüphanesinin bir kısmını bana bıraktı. Ben Marmara İlahiyat’ta öğrenciyken kendisi de Ankara’da yaşıyordu ve bana ‘Sen oradasın, kitaplara göz kulak olursun’ demişti” ifadelerini kullanıyor. Dedesinin kendilerine sürekli öğütler verdiğini de dile getiren Köksal, “Sürekli azimli bir şekilde çalışmamız gerektiğini söylerdi. “Bu ve başka konulardaki nasihat ve tavsiyelerini, dedemi anlattığım “İlim Semasında Bir Yıldız: Mustafa Âsım Köksal” isimli kitabımda da anlattım” ifadelerini kullanıyor.
Cumhuriyet sonrasında İslâmiyet’i yaşayan ve onu öğretmek için çalışan bir aileye mensup olan büyük İslam alimi Ali Ulvi Kurucu, ailesiyle birlikte 1939 yılında Medine’ye göç etti. Babası tarafından iyi bir din eğitimi almak için bu topraklara yerleşen Kurucu, 3 çocuğunu da burada yetiştirdi. Kurucu’nun torunu Şeyma Bulut da dedesinin yanında büyüdüğünü söyleyerek bu durumun hayatında derin izler bıraktığını söylüyor. Riyad’da Princess Nourah bint Abdulrahman Üniversitesi'nde İslam Bilimleri alanında hocalık yapan Bulut, “Anneannem ve dedem beni ilk kız torunları olarak çok severlerdi. Almanya’dan ilk geldiğimizde Arapça ve Kur’an’ı Kerim öğrenmem için beni Harem Şerif’in karşısında bir Kuran kursuna verdiler. Kursta ne okuduk ne ezberledik onları dedeme anlatırdım” diyor. 9 yaşında, dedesinin kıldırdığı teravih namazında okuyacağı duaları önce kendisine okuduğunu söyleyen Bulut, “İkindileri Kuran’ı Kerim’den gece namazda okuyacağı cüzü bana dinletirdi, yanlışları çok azdı. Ramazan bittikten sonra bana dinlediğim için altın bilezik almıştı” diyor.
Torunlarının yanlışlarını kızarak değil öğütle düzeltmeye çalışan bir dede o. Bu durumu torunu Bulut şöyle anlatıyor: “Sinirlendiği de olurdu ama bize kızarak değil, anlatarak çözmeye çalışırdı. ‘Sen akıllı kızsın sana bu yakışmaz’ derdi mesela. Bu da benim hatamı anlamamda yeterli olurdu. Yine bir iş yapılırken çabuk yapılmasanı severdi ve genelde telaşını saklayamazdı. Büyüdükçe dedemle sohbetler daha da güzelleşmeye başladı. Rahmetli dedemin sabrı merhameti ve güzel huylarından çok şeyler öğrendim. Şimdi bunu çocuklarımla ve talebelerimle uygulamaya çalışıyorum. ”2001’de eşimle eğitim için Malezya'ya gittik, 2 çocukla master ve doktora hazırladım, çok zor anlar geçirdim, hep rahmetli dedemin fotoğrafı çıkıyordu karşıma. Sanki bana sabır ve kuvvet veriyordu. Dedemin gidişi içimizde büyük bir boşluk bıraktı, bize mal mülk bırakmadı ama ilim ve güzel hatıralar bıraktı. Umarım ona layık olabiliriz.”
Mehmet Rüştü Aşıkkutlu ve Çalekli Hacı Dursun Efendi gibi birçok alimden dersler alan Hilmi Yıldız, bu zamana kadar sayısız hafız yetiştirdi. Yıldız’ın torunu Sadullah Yıldız, dedesinin aynı anda 6 hafızın dersini dinlediğini söylüyor. Şehir tarihi ve araştırmacılık ilgisi bulunan torun Yıldız, dedesinin kendilerine sürekli “Rabbim beni bin kere dünyaya yollasaydı bininde de Kur’an-ı Kerim’e hizmet etmek isterdim” dediğini söyleyerek “Dedem, gençliği ve orta yaşları boyunca Kur’an yasaklarıyla mücadele etmiş. Fakirlikle de çok imtihan olmuş. Mısır somaklarını kağıt olarak kullanarak çalışmış. Yine kâğıt yokluğundan muzdarip olup bir inşaattan aldığı çimento paketlerini ders defteri diye kullandığı vakidir. Bu defter şimdi bendedir. Şu sıralar transkripte ettiğim Kitab-ı Numaniye adlı manzum eseri 1953’te ilk bulduğu zaman cildi için büyük babaannemin etek kumaşını kullanmış, iç kapağını da makarna paketiyle yapmış” diye konuşuyor.
Dedesinin yaşadığı acı hatıralardan sürekli ders çıkarma gayreti içinde olduğunu söyeyen Yıldız, “60’lı yılların başında Of’tan İstanbul’a geldiği zaman saatçilikle meşgulmüş. Sonraları saatçiliği bırakarak idaresini ele alacağı Hayırseverler Kur’an Kursu’nda onlarca talebenin dersinden yemeğine, çamaşırlarının yıkanmasına kadar her işiyle ilgilenmiş. Babaannem de yıllarca hem kendi çocukları hem kurstaki talebeler için canını dişine takmış” diyor. Dedesinin hocalarıyla ilgili hatıralarını çok anlatmadığını da sözlerine ekleyen Yıldız, “Hacı Dursun Fevzi Güven, hayatında en önemli tesiri bırakmış isimlerden biridir. O kadar ki dedem gençliğinde yatağa bağlı hâlde ölümü beklenir olduğunda başucunda uzun vakitler kalmış ve ellerini açıp Allah’a “Rabbim, bu talebemi benden ayırma” minvalli yakarmış. Dedem rahatsızlığı sebebiyle kitaplarıyla eskisi kadar ilgilenemiyor artık ama hafızasının hâlâ maşallahı var ve ezberinin hiç sorunu yok” ifadelerini kullanıyor.
Hayatı boyunca imam hatip liselerinin yaygınlaşması için mücadele eden, Türkiye’nin ilk İmam Hatip Lisesi Müdürü Mahmut Celalettin Ökten, 1882 yılında Trabzon’da dünyaya geldi. Babaannesinin himayesinde hafızlık yapan ve İstanbul’un çeşitli okullarında edebiyat, felefe ve mantık dersleri veren Ökten’in torunu Ertuğrul Ökten’in aklına dedesi deyince onun öğrenme isteği/sevgisi, çalışkanlığı ve ele aldığı alana tamamıyla hakim olma çabası geliyor. 29 Mayıs Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyesi olan Yrd. Doç.Dr. Ertuğrul Ökten, “Dedem, kendi kendine Fransızca öğrenip felsefe ve sosyoloji okumaları yapmış. Ayrıca Arap edebiyatı ile olan ilişkisi tipik bir Osmanlı alimi olduğunu gösteriyor bizlere. Klasik Arap edebiyatından çok sayıda beyti ezberlemiş olduğu söyleniyor. Orhan Okay tarafından “Osmanlı ve Cumhuriyet arasında bir Hoca” olarak tabir edilen dedem, imam hatip liselerinin yaygınlaştırılmasından çok kurulması ve ayakta kalabilmesi için çalışmış” şeklinde konuşuyor. Celaleddin Ökten’in aldığı eğitimle yetinmeyip başka alanları da anlama çabası içerisinde bir hayat sürdüğünü ifade eden Ökten, “Onun algısında toplumun kendisine dini konuları anlatacak, yeri geldiğinde dini hayatın yaşanmasında yol gösterecek kişilere ihtiyaç var ve ülkedeki idari sistemde bu ihtiyacı giderecek bir kurum düşünülmemiş. Görebildiğim kadarıyla yapmak istediği bu ihtiyacı gidermekti. O, mevcut sınırların ötesinde bir şeyler hayal ederek bunların gerçekleşmesi için çalışmış. Büyükbabamdan itibaren öğrenmeye açık olmak, zekayı kullanmaya çalışmak, geniş bakış, farklı birşeyler yapma isteği ve bunları yaparken iyi niyetli olarak insanlara faydalı olmaya çalışmak gibi özellikler ailemin üç neslinde de kendini gösteriyor” ifadelerini kullanıyor.
Konya eski müftüsü ve Kapu Camii vâizi Tahir Büyükkörükçü, 20. yüzyılın önemli İslâm âlimlerinden biri. Siyasetten hiç hoşlanmadığı halde 1977 yılında Milli Selamet Partisi’nden Konya milletvekili olarak meclise giren Büyükkörükçü, 12 Eylül darbesinde tutuklanır ve cezaevinde kalır. Cezaevinden çıkınca tekrar Kapu Camii ne döner ve vaazları 1999 yılına kadar devam eder.Yaşanan siyasi baskılara ve yasakçı tutuma karşı koyan ve ihtilal dönemlerinde dahi vaazlarına korkmadan devam eden Büyükkörükçü’nün torunu Muhammed Tahir Büyükkörükçü, dedesini azimli, vakûr, titiz, nezâhetperver, dakik, samimi hâli ve nasihatleriyle anımsıyor. TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nde fıkıh alanında araştırmalar yapan ve Marmara Üniversitesi’nde İslam Hukuku doktorasını sürdüren Büyükkörükçü, dedesinin 50 yılı aşkın süre kürsüden yürüttüğü irşad hizmetinin son yıllarına yetiştiğini ifade ederek şunları söylüyor:”Dedemin ev sohbetlerine katıldım, İmam-Hatip yıllarımda okul sonrası özellikle kış günlerinde uzun yıllar nasihatini dinledim. Ümmetin güzel günler göreceğine olan inancı onu dinç ve diri tutan derdiydi. Kendisine yetiştiğim yıllar çerçevesinde ‘politize olmaksızın siyasi duruş sahibi olma’nın ne anlam ifade edeceğini gördüğümü düşünüyorum.”
Dedesinin titiz ve dakik olma özellilerini kendi yaşamına da tatbik eden Büyükkörükçü, “Bunlar sadece maddi yönlere ait hasletler değil aynı zamanda kişinin şahsiyetine ve hayat düstûruna da tesir eden hususlar. Haliyle söz mevcut uğraşımıza tesir ediyor ya da meşgalemizi bu hasletlere binaen şekillendirmeye çalışıyoruz. Dedeciğimden miras olarak ifade etmek istediğim bir husus da, başta kendim olmak üzere İslâm ilimleriyle iştigal eden kardeşlerimizin ilmî gelişimleri için gayret gösterdikleri gibi gönül âlemlerini zenginleştirme, manevî yönlerini kemâle erdirme çabasında da olmalarının gerekliliği. Söz konusu mücadele aynı zamanda, modern söylemler karşısında slogan cevaplardan ziyade zihinleri berraklaştırmaya, gönülleri ıslaha, üretilen bilgi ve söylemde daima itidâli muhafazaya yönelik gayreti de ifade ediyor” diye konuşuyor.
1960’lı yıllarda Cağaloğlu Yayınevi’nde önemli eserler yayınlayan, çıkardığı İslam Düşüncesi dergisi hâlâ yâd edilen İhsan Babalı, üniversite yıllarında Yahya Efendi dergahının son şeyhi Abdülhay Efendi’nin hizmetinde bulunmuş. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi son sınıf öğrencisi torunu Fatmanur Babalı, dedesinin çocuklarına tecelli eden okuma sevgisi sayesinde çokça kitap okunan bir evde büyüdüğünü söylüyor. Dedesini 6 yaşındayken kaybeden Babalı, “Dedemin rutin bir çalışma hayatı varmış. Yayınevindeki meseleleri eve hiç taşımazmış. Yayıncılık yanında muhasebecilik de yapmış. Dedem, İslami dergicilik hizmeti ve çağdaş Müslüman düşünürlere ait kitapların yabancı dilden tercümelerinin basılmasını kendine vazife edinmiş. İslami ilimlerin tahsili ve İslam şuurunun Müslümanlarca kazanılması onun esas meselesi idi” diyor. Dedesinin 1966 yılında Sabahattin Zaim ve Osman Kılıç ile birlikte Özel Erenköy İlkokulunu açtıklarını ifade eden Babalı, “Kızların İmam Hatiplere kabul edilmediği sonraki yıllarda bu boşluğu doldurmak için imam Hatip derslerinin okutulduğu Kur’an kurslarının açılışına destek olmuş. Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki ilk Kuran kursu ve onu takip eden diğerlerinde dedem mütevelli heyetinde bulunmuş. Bu çalışmalarından hemen hiç bahsetmediğinden babaannemin dahi sonradan haberi olurmuş” diye konuşuyor.
Dedesinin Sezai Karakoç, Mahir İz, Yusuf Ziya Kavakçı, Sabahattin Zaim gibi aile dostlarıyla sık sık bir araya geldiğini söyleyen Babalı, “Ev halkı en küçük bir siyasi tartışmaya şahit olmamış. Onlar daha samimi meselelerden konuşmayı, gazete dergi okumayı yahut torunları ve çocuklarıyla ilgilenmeyi tercih ederdi. Cuma günleri camiden dönerken kese kâğıdı içinde biz torunlarına vermek üzere şeker getirirdi” diyerek devam ediyor: “Dedemin o dönemde yaşayan diğer büyüklerimiz gibi en önemli hasleti mütevazi olmasıydı. Yaptığı hayırlı işleri vefatından sonra öğrendik. Dedemden gördüğüm kadarıyla kendini ön plana çıkarmadan, Allah rızası için yasamaya çalışmak ondan aldığım en büyük derstir.”