Orta Doğu’daki sınır sorunları, devletin egemenliği, ulusal kimlik inşası ve devletin meşruiyet arayışı ile bağlantılıdır. Bu sorunları ulus-devlet modeli çerçevesinde ele almak, olaya bütüncül bir bakış açısı kazandırır. 1920 San Remo Konferansı ile dayatılan manda yönetimi ve sonrasında gelişen olaylar, ulus-devlet fikrini doğurmuştur. Orta Doğu’da sınırlar, politik anlam taşıyarak zihinsel algılar oluşturur. Millileştirme politikaları ve ulus-devlet inşasında sınırların rolü, sosyal etkileşimlerin ve devlet aygıtının özgünlüğünü ortaya çıkarır.
“VADEDİLEN” HUDUTLAR
Sınırların sembolik atıfları, sınır bölgelerinde veya ülke içinde yaşayanlara ulusal ve yerel kimliklerini hatırlatır. Orta Doğu’da sınırlar, toplumun kimlik oluşturmasında ve buna bağlı politikaların izlenmesinde diyalektik bir ilişkiyi yansıtır. Orta Doğu’da sınır, sadece çevresel faaliyet alanları değil, devlet ve ulus oluşturmanın merkezinde yer alan etkileşim, çekişme ve etki bölgeleri olarak da tanımlanmaktadır. Bu kapsamda İsrail, bağımsızlığını ilan ettiği 1948 yılından beri sınırlarını hukuksuz şekilde genişletmekte, kendilerine “vadedilen” sınırlara ulaşmaya çalışarak Filistin’i işgal etmeyi sürdürmektedir.
Genel olarak sınır açısından konuyu ele aldığımızda İsrail ve Filistin topraklarının el değiştirmesi 100 yıldan fazla bir süreyi kapsamaktadır. 1917’de Balfour Deklarasyonu ile “Yahudi halkı için ulusal bir yuva” kurulmasının ilan edilmesiyle hızlanan toprak işgalleri, 1948 I. Arap-İsrail Savaşı, 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur savaşları ile arttı. I. Dünya Savaşı sonrasında bölgede yüzde 10 olan Yahudi nüfusu 1947’ye gelindiğinde yüzde 30’a ulaşmıştı. 1948 Arap- İsrail savaşı sonrasında yerlerinden edilen 400 binden fazla Filistinli, mülteci durumuna düşmüş ve Yahudi nüfusu hızla buralara yerleşmeye başlamıştı.
İŞGAL ÜSTÜNE İŞGAL
İsrail devleti kurulduğunda, Filistin coğrafyasında Yahudilerin sahip olduğu toprakların oranı yaklaşık yüzde 5 idi. İsrail, ilk Arap-İsrail savaşında Filistinlilere ait 675 köyü yıktı ve buraları Yahudi yerleşimine açtı. 1967’de ise işgal ettiği Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da yoğun bir Yahudi yerleşim alanları oluşturdu. 1967-1977 yılları arasında belirtilen yerlere hızla inşaatlar yapıldı. Daha sonraki on yıllık dönemlerde aşırı sağcı Likud Partisi, Yahudi yerleşim yeri alanlarını aralıksız bir şekilde yürüterek Batı Şeria ve çevresinde 1 milyon Yahudi yerleştirmeyi amaçladı. 90’lı yıllara gelindiğinde ise İsrail, 1967 sınırlarını kabul etmediğini belirterek Batı Şeria’daki kalan yerleşim alanlarını da genişletti ve A, B ve C bölgeleri oluşturuldu. Ramallah, Nablus ve Cenin gibi büyük şehirleri kapsayan A Bölgesi, Batı Şeria’nın yüzde 17,2’sini oluşturur ve Filistin Ulusal Yönetiminin kontrolü altındadır. B Bölgesi, Batı Şeria’nın yüzde 23,8’ini kapsar ve İsrail işgalindedir, ancak belediye hizmetleri ve sivil idare Filistin Yönetimi’ne aittir. C Bölgesi ise Batı Şeria›nın yüzde 59’unu oluşturur ve tamamen İsrail’in kontrolündedir. Halihazırda Batı Şeria ve çevresinde 650 binden fazla Yahudi yerleşimci bulunmaktadır. 2000’li yıllardan sonra İsrail, uluslararası kuruluşlara ve bölge ülkelerine Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yerleşim yeri inşa edilmeyeceği taahhüdü verdiyse de sözünde durmadı. Bu yüzden uluslararası kuruluşlar ve birçok ülke tarafından İsrail’in Batı Şeria bölgesindeki yerleşimleri yasadışı yerleşimler olarak tanımlanmaktadır.
Günümüzde İsrail, Filistin topraklarının yüzde 85’ini işgal etmiş ve el koymuş durumdadır. Topraklarına el konan Filistinlileri ise-ki bu oran Filistin nüfusunun yüzde 67’sine denk geliyor- zorla sürgün etti. Dünya genelinde 6 milyondan fazla Filistinli mülteci vatanlarından uzakta yaşamaktadır.
İsrail’in sürekli topraklarını genişleterek alan kazanması ve buraları Yahudi yerleşimlerine açmasına uluslararası tepkiler de gelmektedir. Birçok ülke İsrail’i 1967 sınırları ile tanımaktadır. İsrail, 1967 Altı Gün savaşında Mısır’a ait Sina Yarımadası, Gazze Şeridi, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Suriye’ye ait Golan Tepelerini işgal etmişti. İsrail hemen Kudüs’ün tamamını başkent ilan etse de yakın dönemde ABD hariç uluslararası toplum tarafından kabul edilmedi. Golan ve Doğu Kudüs’te işgalci statüsündedir.
Mısır, İsrail’i 1979 Camp David Anlaşması'yla tanıyan ilk devlettir. Daha sonra 1994’te Ürdün resmi olarak tanıdı. Lübnan ise İsrail’i zımnî olarak tanıyor. Bu ülkeler İsrail’in sınırlarını 1949’da yapılan ateşkes hattı üzerinden tanısa da 1967 sınırları esas alınarak Filistin Devleti’nin kurulmasını desteklemek-tedirler. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararı ile başkenti Doğu Kudüs olan Batı Şeria ve Gazze’den oluşan sınırlar içerisinde Filistin devleti kurulması gerektiğini belirtmişti.
KANUN TANIMIYOR
Halihazırda İsrail ve Filistin devletlerinin sınırları da tam olarak belli değildir. Filistin’i ve İsrail’i tanıyan devletler 1967 sınırlarına atıf yapsalar da pratikte bu sınırlar net değildir. Uluslararası hukukta yasa dışı kabul edilen Yahudi yerleşim yerleri, her geçen gün genişlemekte ve İsrail bu çalışmaları durdurmamaktadır. İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yaklaşık 260 yerleşim yeri bulunmaktadır ve bu durum bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını engellemektedir. Fakat Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs; tek bir siyasi yapı olarak BM tarafından Filistin Devleti olarak kabul edilmektedir. Ayrıca uygulamada bazı ülkeler, Gazze’nin yönetimi Hamas’ta olmasından dolayı ayrı bir yönetim olarak görmektedir. Türkiye de Filistin devletinin 1967 sınırları içerisinde kurulması gerektiğini desteklemektedir. Son olarak İrlanda, Norveç ve İspanya’nın da katılımıyla Filistin’i 1967 sınırları temelinde bir devlet olarak tanıyan ülkelerin sayısı 163’e ulaşmıştır. Fakat Filistin, 2012’den beri BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsündedir.
Özetle; 163 ülke İsrail’i BM’nin 242 sayılı kararına göre 1967 sınırları çerçevesinde tanımaktadır. Ancak uygulamada, İsrail’in sınırları uluslararası tanınırlık açısından net değildir. İsrail, başta Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan olmak üzere yerleşim yerleri faaliyetleri altında sınırlarını sürekli genişletmektedir. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te İsrail’in izlediği bu politikalar, iki devletli çözüme yönelik planların uygulamasını zorlaştırmaktadır.