Papa’nın ziyaret öncesi gönderdiği mesaj ve seçtiği slogan ile Mısır’ı daha rahat işgal etmek isteyen Napolyon’un kullandığı selamlamayla özdeşim kurmaya dönük ortak sembol ve ilkelere dikkat çekilmesi ilginç bir benzeşimden ziyade bir zihniyeti yansıtması bakımından son derece önemlidir.
Katolik dünyasının ruhanî lideri Papa Francisco’nun, 5-8 Mart tarihleri arasında dinî lider kimliğiyle gerçekleştirdiği Irak ziyareti hem tarihî hem sosyolojik hem de politik realite bağlamında değerlendirildiğinde ziyaretin amaç ve sonuçlarının çok farklı stratejiler üzerine bina edildiği görülecektir. Papa’nın ziyaret öncesi gönderdiği mesaj ve seçtiği slogan ile Mısır’ı daha rahat işgal etmek isteyen Napolyon’un kullandığı selamlamayla özdeşim kurmaya dönük ortak sembol ve ilkelere dikkat çekilmesi ilginç bir benzeşimden ziyade bir zihniyeti yansıtması bakımından son derece önemlidir. Dolayısıyla Papa’nın gerçekleştirdiği bu ziyaretin açık ve stratejik birtakım hususlar içerdiğini düşünmekteyiz: Birinci önceliğin Irak’taki Hristiyan unsurların nüfuslarının azalması ve dolayısıyla pek çok zorluklar yaşayan bu azınlığa destek verilmesi amaçlanmış görünmektedir. Her ne kadar Irak’taki Hristiyanlar Katolik olmasa ve aralarında bazı teolojik farklılıklar bulunsa da Papa’nın kendisine biçtiği dinî misyon gereği böyle bir desteği verdiği kuşkusuzdur. Yüzde 6’lık nüfusun 300-400 bin civarına düşmesi, nüfusun “nüfuz” olduğu gerçeğinden hareketle Vatikan’ı endişelendiren siyasî ve teolojik bir kaygı olduğu görülmektedir. İkinci husus, bilhassa seçilen ziyaret mekânlarıdır. Özellikle Kitab-ı Mukaddes’te bahsedilen Ninova, Hz. İbrahim’in doğum yeri kabul edilen Ur, Karakuş gibi şehirler ziyaretlerinin ardında teo-stratejik amaçlar olduğu aşikârdır. En azından Hristiyanlık adına kimlik kodlarını canlandırma, hatırlatma ve ortak hafızadaki yerini gündeme getirme planlarının olduğu anlaşılmaktadır. Hatırlatılmalı ki bu bölgeler İslam gelmeden önce siyasi olarak Hristiyanlık egemenliğindeydi. Ayrıca Katolik Kilisesi’nin üçüncü bin yılda Hristiyanlaştırılması öngörülen yeni misyon çağrıları dikkate alındığında bu bölgelerin ziyaretinin ne anlama geldiği daha net bir şekilde görülebilir.
Üçüncü husus olarak Papa’nın bilhassa Necef ekolünü Kum ekolüne tercih etmesinin birtakım anlamları vardır. İran yanlısı Şiilerin bu durumdan kesinlikle memnun olmayacağı ortaya konsa da Irak’ta gerçek aktörün “Sistanî” olduğunun teyit edilmesi son derece önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. İran’ın yoğun çabalarıyla geleneksel aidiyetlerin aksine Türkiye’de bile Şiilerin Kum ekolüne intisapları ve ilişkileri güçlendirilirken Irak’ta Necef ekolünü de Haşdi Şabi eliyle sınırlandırdığı görülmektedir. Özellikle Süleymani ve Mühendis’in ABD tarafından öldürülmelerinden sonra Irak Haşdi Şabi’sinde otorite boşlukları oluşmaya başlamışa benzemektedir. Zira İran, otoritesini bu ikisi eliyle rahatlıkla yürütüp muhtemel isyanları bastırırken onların yokluğunda oluşan boşlukta Sistani taraftarlarının Haşdi Şabi’de otorite ve yetki talepleri iki Şii anlayışı yeniden karşı karşıya getirmişe benzemektedir. Geçtiğimiz günlerde gerilimlerin Sistani bilgisinde yetkilendirilen kişiler tarafından da dile getirilmesi ilginçtir. Bu bir yönüyle Şiiler arasında ayrımı pekiştirme, gruplar arası dengeleri bozarak mevcut rekabeti kızıştırma ve çatışmaya zemin hazırlama gibi stratejik bir adım olarak da düşünülebilir. Dördüncü husus; Papa’nın 33. ziyaretinin Irak’ın içinde bulunduğu zor zaman ve şartlarda salgın, güvenlik ve zamanlama olumsuzluğunda gerçekleştirildiği düşünülürse meselenin sadece Irak’ın bölgesel ve uluslararası statüsünün artması olarak okunmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. Geçen haftalarda askerî üsse ve Erbil’e yapılan saldırı ile Papa’nın bu ziyareti arasında ilişki de kurulabilmektedir. Hatları sıklaştırma adına yapılacak ittifak hamlesinde Papa’nın siyasî ve dinî aktör olması elbette ilginç görünmektedir. Beşinci husus olarak Irak coğrafyasında uzun yıllar varlığını sürdüren radikal terör örgütlerine karşı aktif bir tavır alınması ihtimalidir. Her ne kadar şimdiki zamanda terör olayları sıklıkla eleştirilse de terörün sebepleri arasında gösterilen haksızlık, işgal, zulüm vb. durumlara karşı Papa’nın aktif bir tutum alıp almayacağı veya eylemde bulunup bulunmayacağı merak konusudur. Altıncı husus olarak Irak’ı ilk defa ziyaret eden Papa Francisco tarafından geliştirilen söylem küresel duruş ve algı yönetimi açısından biçilmiş kaftan olarak durmaktadır. Çünkü Papa Francisco, teolojik konular ve dogmatik inançları savunmak yerine “doğru eylemin önemli olduğuna inanan” biri olarak öne çıkmaktadır. Papa’nın iyi niyet temennisi olarak dile getireceği fikir ve duaların bu bağlamda pek bir anlamı olmayacaktır. Papa’nın Irak ziyaretinin somut destek, kınama, tavır alma, aktörleri doğru alanda konuşlandırma ve Batı kamuoyuna net mesajlar verme gibi temalarla yüklü olması, bilakis bu ziyaretin hem bölgesel barış izin bir fırsat hem de Vatikan’ın misyonerlik faaliyetleri açısından bir tehdit (!) oluşturduğunu da göstermektedir. Yedinci husus olarak II. Vatikan Konsili kararları gereği Papa’nın aslî misyonunu unutmadan Irak’ta bütün topluluklara el uzatma girişimi dikkat çekicidir. Ancak Papa’nın yayımladığı mesajda Türkçe’ye yer vermemiş olması acaba bir teo-stratejik plan mıdır? Zira nüfus ve “nüfuz” açısından Türkmenlerden çok daha az etnik ve dinî topluluklar gündeme alınıp mesaj yayımlanırken mesajın Türkçe yayınlanmamış olmasında Papalığın vizyonunda yeni bir ittifaka destek olma niyeti mi vardır, doğrusu bilinmiyor.
Bu ziyaretin açıkça teo-stratejik bazı hedefler gözetilerek jeo-stratejik uzanımlar üzerinden planlandığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında Papa’nın bir İslam ülkesini ziyareti bazı açılardan doğru ilişkiyi geliştirebilme adına önemlidir. Çünkü papalar, insanlık tarihi boyunca Müslümanlar zulme uğradığında, yaşanan acı ve trajedilere -Bosna Savaşı’nda olduğu gibi- sadece kınamakla yetinmiş; fakat etnik ve dinî azınlık olarak Hristiyanların problemleri gündeme geldiğinde çok daha etkili söylem, eylem ve çağrılarla dünya kamuoyunu “Hıristiyan birliği” adına ayağa kaldırmışlardır. “Kardeş” olarak ilan ettikleri toplumun bugünkü dertlerinin açlık, yoksulluk, terör, işsizlik, eğitimsizlik vs. olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mıdır? Bilhassa son günlerde Batı toplumlarında artan İslamofobik açıklama, tutum ve karşıtlıklar dikkat çekicidir. Bunun yanında Batılı emperyalist ülkelerce pek çok teknik ve askerî ekipmanla desteklenen DEAŞ gibi terör örgütleri üzerinden bütün Müslümanların potansiyel terörist algısıyla yaftalanmasının önüne pekâlâ Papa’nın “kardeşlik” mesajları ile geçilebilir. Papa’nın Irak ziyaretinin bir başka amacı da diyalog faaliyetlerini geliştirmektir. Papa II. John Paul döneminden beri bu söylemin “yaşamda diyalog” adı altında çok uzunca bir zamandır dillendirildiği ve bugüne kadar dünyada akan gözyaşı, baskı, zulüm, çatışma ve savaşları sona erdirme konusunda somut bir girişimde bulunulmamasından dolayı “Vatikan diyalogları”nın pek de bir işe yaramadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ziyaret edilen yerlerde stratejik hedef ve etnik-dinî gruplar seçilerek “Yaratılanlar” arasında öncelikler belirlenmesi, başta Papa olmak üzere Vatikan’ın diyalog bağlamında muhataplarına söylediği sözlerde samimi olmadığını ve mevcut siyasî-dinî konjonktür gereği bu tür söylemlerde bulunduklarını düşündürmektedir.