Kırım Savaşı (1853-1856) esnasında yaralı askerlere ve göçmenlere yardım etmek amacıyla İstanbul’a gelen yabancı kadınlar, savaş alanlarında yaralı askerlere bakacak Müslüman kadınların bulunmadığını görünce şikâyette bulunmuş ve “Neden Müslüman kadınlar hastabakıcılık yapmıyor, askere yardım etmiyor da evlerine kapanıp oturuyorlar?” soruları ve göçmenlerin sıkıntıları, cemiyet kurmanın ilk fikrini ateşlemiştir.
Kadınlar, geçmişten günümüze yaşadıkları toplumların dönüşüm ve gelişimlerinde şüphesiz çok önemli rollere sahiptirler. Onlar, her zaman varını yoğunu tıpkı bir anne gibi sahiplendikleri vatanları uğruna sarf eden cefakâr ve fedakâr kadınlardır. Özellikle Türk kadınları, savaş zamanlarında dönemin ekonomik ve sosyal zorluklarına rağmen, genellikle erkeklerin yanında yer almış onlarla omuz omuza, yürek yüreğe birlikte mücadele etmiş, savaşa pek çok açıdan katılmış ve destek olmuş; dirayeti, fedakârlığı, cesareti ve bitmek tükenmek bilmeyen azmiyle kadın cemiyetleri kurmuşlardır.
Kırım Savaşı (1853-1856) esnasında yaralı askerlere ve göçmenlere yardım etmek amacıyla İstanbul’a gelen yabancı kadınlar, savaş alanlarında yaralı askerlere bakacak Müslüman kadınların bulunmadığını görünce şikâyette bulunmuş ve “Neden Müslüman kadınlar hastabakıcılık yapmıyor, askere yardım etmiyor da evlerine kapanıp oturuyorlar?” soruları ve göçmenlerin sıkıntıları, cemiyet kurmanın ilk fikrini ateşlemiştir. Her ne kadar ilk kadın cemiyeti olarak kaynaklarda, 1896’da Fatma Aliye tarafından kurulan Muhadenet-i Nisvan’ın (Kadın Dayanışması) adı geçiyor olsa da kuruluş tarihlerine bakıldığında Osmanlı’da ilk kadın cemiyeti 1876’da Mithat Paşa’nın eşi tarafından kurulan “Yaralılara Yardım Komitesi”dir.
BİN HAYRA VESİLE
Cevval Türk kadınlarının kurdukları cemiyet sayısı I. Dünya Savaşı öncesinde 17’dir. Bu sayının Balkan Savaşları’yla beraber hızlandığı ve I. Balkan Savaşı sırasında 5, II. Balkan Savaşı sırasında ise 9 cemiyet kurulduğu görülmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında 25, Millî Mücadele Dönemi’nde 47 cemiyet kurulmuştur. Bunun yanında Osmanlı tebaasındaki Türkler dışında diğer Müslüman kadınların da kurduğu 2 cemiyet bulunmakta olup, toplamda şubeleriyle birlikte 103 kadın cemiyeti kurulmuştur. Bu sayıya haklarında bilgi bulunan bazı cemiyetlerin şubeleri de dâhildir. Bahsi geçen bu şubelerin toplam sayısı ise 38’dir. Osmanlı vatandaşı olan azınlık ve yabancı kadınların da 75 cemiyet kurdukları tespit edilmiştir. Bu kadınların kurdukları cemiyetler görünüşte kızların eğitimlerinin yaygınlaşması için çalışmış, fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamış, kadınlara el sanatları öğreterek iş imkânı sağlamış ve okullar açmış olsalar da bu kadın cemiyetlerinin çoğu vatan toprağımızda kendi işgalci amellerini gerçekleştirme amacıyla faaliyetler de yapmışlardır. Osmanlı’nın Gayrimüslim vatandaşları arasında en fazla cemiyet kuran kadınlar ise Rum kadınları olmuştur.
Türk kadınlarının kurdukları cemiyetlerin farklı amaçları bulunuyordu. Art arda devam eden savaşlardan dolayı cephedeki erkek nüfusunun geride bıraktığı ailelerine, yetim ve dul kalanlarına destek olmak; bu kadınları ve onların çocuklarını eğitmek; kadınlara el sanatları öğretmek, el becerilerini geliştirmek ve meslek sahibi yapmak; kadın erkek eşitsizliği ile mücadele etmek ön plana çıkan amaçlardır. Bunun yanında cemiyetlerin yoksulların ihtiyaçlarını gidermek, kültür düzeylerini yükseltmek, ülke problemlerine yönelik çözümler geliştirmek, yaralılara bakım ve tedavi hizmeti vermek, yiyecek ve giyecek temin etmek, savaşlarda cephane sağlamak ve taşımak gibi hedefleri de mevcuttu. Kurulan bu ilk kadın cemiyetleri sayesinde kadınlar toplantılar düzenleyerek, buralarda yaptıkları konuşmalarla hitap etme ve örgütlenme konusunda ciddi bir deneyim de kazanmışlardır.
SARAYDAN GELEN DESTEK
Türk kadını kurduğu cemiyetlerde insanı ve vatanı için hep bir yarar düşünmüştür. Kurulan cemiyetler öncelikle savaşın en büyük mağdurları olarak eşini, yavrusunu, atasını kaybeden kadınlara sahip çıkmış, onları eğitmiş, kendi ayakları üzerinde durabilecek hale getirmiş ve meslek edinimine katkı sağlamışlardır. Diğer yandan cemiyetler kuran Türk kadınları, vatan toprağının bir karışı için göğsünü cephede siper etmiş, savaş meydanında savaşmış, cephane hazırlamış, Türk askeriyle hem kaderdaş, hem yoldaş, hem arkadaş hem de vatandaş olmuşlardır. Kadınlar, vatanlarını cephede savunan Türk askeri için kapı kapı dolaşıp yardım toplamışlar, kışlık giyecek ve yiyecek sağlamışlardır. Cephede şehit ya da gazi olanların ailelerine de sahip çıkıp onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak dershaneler, kurslar ve sanat evi açmışlar; konferanslar, sergiler, tiyatrolar, piyangolar düzenlemişler; bir meslek öğretip bir işte istihdam etmişlerdir.
O dönem sarayda padişah ve ailesinden pek çok kişi, bu kadın cemiyetlerine bağışlarda bulunarak destek olmuşlardır. Cemiyetlerde yer alan kadınlar, hastanelerde gönüllü hastabakıcılık yapmış, yiyecek ve giyecek dağıtmışlardır. Hatta savaş nedeniyle azalan nüfusu artırmak için bu geride kalan insanlara sahip çıkarak iyi bir evlilik kurmalarına yardımcı olmuşlardır. Tüm bunların sonucunda kadınlar, o dönemdeki olağanüstü gayretleri ve başarılarından dolayı padişah tarafından takdir edilmiş ve madalyalarla ödüllendirilmişlerdir. Ayrıca kadınlar, gazete ve dergi çıkararak hem uluslararası devlet başkanlarını ve eşlerini haksız işgaller konusunda uyarmış, kendi halkını bilinçlendirmiş, ulusal mücadeleye çağırmış hem de toplumsal sorunları ele alarak kadının o günkü konumu hakkında bizlere ışık tutmuşlardır.
BİR NEHİR GİBİ YURDUN DÖRT BİR YANINA AKTILAR
Türk milleti öyle bir millettir ki cephede erkeği vatanı savunarak şehit olurken, vatanını savunabilmek için yine vatanı uğruna annesini, babasını, dedesini, atasını, kadınını, nişanlısını, yavrusunu feda etmiş ama vatanından asla vazgeçmemiştir. Vatanı işgal altındayken Türk milleti, tüm dünyaya “Nasıl millet olunur, vatan nasıl müdafaa edilir?” sorularının cevabını öğretircesine vatanından kaçmamış, başkalarından medet ummamış, tüm varlığını vatanının varlığına armağan etmiş, savaşmış; bir taraftan şehit ve gazi olurken, diğer taraftan öksüz ve yetim olmayı en başından kabul etmiştir. Çünkü yaptıklarının karşılığını imanları gereği biliyorlardı ki ya bu dünyada vatanın selameti olarak alacaklardı ya da ahirette şehit tahtında Rabb’ine gülümserlerken kendilerini bulacaklardı. İşte Türk budur!
Çeliğe karşı etin ve kemiğin savaştığı o günlerde vatanı için bir araya gelen kadın ve çocuk, bir ordu vakarıyla nehir gibi yollarda hedeflerine doğru yurdun dört bir tarafından akıyorlardı. Öyle bir görev bilinçleri vardı ki bir karınca ihtişamıyla, düzeniyle hedeflerine ilerlerken; bir arının çalışkanlığıyla hareket ediyor; kelebeğin güzelliğiyle, kıvraklığıyla vatanlarına hizmet ediyorlardı. O kadınlar o dönem için nasıl ki vatanları için birer cevherdilerse, onlardan aldığımız ilhamla Türkiye Yüzyılı da kadınların yüzyılı olacaktır.