İsveç hükümeti, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardından hâlâ NATO’ya katılma amacıyla yaptığı başvurunun arkasında mı? NATO’ya katılmak istiyor ise neden ısrarla üçlü protokole aykırı davranmakta, terör örgütü faaliyetlerine izin vermekte ve büyük tepki gösterileceğini bile bile Müslümanların kutsal kitabını yakma eylemine izin vermekte? Tüm bu tutarsızlıklarının başka sebepleri olabilir mi?
Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya başlattığı saldırının ardından Avrupa Birliği içerisinde askeri iş birliğine mesafeli tutumlarıyla tanınan İsveç ve Finlandiya NATO’ya katılmak için başvuru yaptı. Konvansiyonel bir uluslararası örgüt olan NATO’da kararlar oy birliği ile alınıyor. Türkiye, adı geçen ülkelerin katılma talebine NATO bünyesinde muhalefet etti. Türkiye’nin blokajı 30 Haziran 2022’de Madrid Zirvesi’nde aşıldı. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma anlaşmalarını diğer üye ülkelere ilave olarak Türkiye de imzaladı. Ama bu arada NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in arabuluculuğu sonucunda Türkiye ile İsveç ve Finlandiya arasında üçlü mutabakat zaptı imzalandı. Taraflar, İsveç ve Finlandiya’nın mutabakat yükümlülüklerini yerine getirmesinin ardından Türkiye’nin anlaşmayı onaylaması konusunda görüş birliği sağladı.
İsveç, ilk adım olarak Türkiye’ye uyguladığı askeri ambargoyu sonlandırdığını açıkladı. Adi suçlardan mahkum olan bir kişi Türkiye’ye iade edildi. Bununla birlikte mutabakatın ardından İsveç’te faaliyet gösteren terör örgütü mensuplarına yönelik bir yasaklama veya kısıtlama olmadı. Türkiye’nin onayı için bir yandan bakanlar düzeyinde ziyaretler devam ederken, öte yandan ABD yönetimi örtülü veya açık biçimde Türkiye üzerinde baskı tesis etmeye çalıştı.
Taraflar sık aralıklarla bir araya geldiler. İsveç Başbakanı Ulf Kristersson Ankara’yı ziyaret etti. Dışişleri ve Adalet Bakanları seviyesindeki ziyaretlerde, üzerinde mutabakat yükümlülükler ve atılması gereken adımlar müzakere edildi. Bu arada İsveç, ulusal düzeyde terörle daha etkin mücadele etmek için bazı yasalarında değişiklik yaptı. Ocak ayı içerisinde İsveç Meclis Başkanı’nın TBMM’yi ziyaret etmesi planlanmıştı. Benzer şekilde İsveç Savunma Bakanı’nın 27 Ocak 2023’te Türkiye’ye gelmesi bekleniyordu.
PROVOKASYONLAR DİZİSİ
Türkiye üzerinde onay baskısının devam ettiği koşullarda beklenmedik gelişmeler cereyan etmeye başladı. Terörle mücadele konusunda ağır aksak adım atmaya ve yasalarında düzenleme yapmaya çalışan İsveç’te birden bire sabote eylemleri patlak vermeye başladı. Önce Türkiye Büyükelçiliği’ne yakın bir yerde terör örgütü mensupları tarafından yapılan gösteri sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın maketi asıldı. Hemen ardından 21 Ocak 2023’te Türkiye Cumhuriyeti büyükelçiliği önünde ırkçı siyasetçi Rasmus Paludan tarafından milyarlarca Müslümana hakaret anlamı taşıyan Kur’an’ı Kerim yakma eylemi gerçekleştirildi. İsveç hükümetinden bir yetkili, eylemin fikir özgürlüğü çerçevesinde değerlendirildiğini ve Haziran 2022’de imzalanan üçlü mutabakat kapsamı içerisinde bulunmadığını söyledi. Başbakan Ulf Kristersson ise olayı “saygısızlık” olarak nitelendirdi: “İfade özgürlüğü demokrasinin temel bir parçasıdır. Ancak bir şeyin yasal olması mutlaka uygun olduğu anlamına gelmez. Pek çok kişi için kutsal olan bir kitabı yakmak son derece saygısız bir davranıştır.”
Bu açıklama İsveç hükümetinin sorumluluğunu hiçbir şekilde ortadan kaldırmamaktadır. Türkiye en sert biçimde kınamış ve İsveç Savunma Bakanı’nın ziyaretini iptal etmiştir. Türkiye öncülüğünde başlayan Müslüman dünyanın hassasiyeti ve tepkisi Pakistan, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’ın katılımı ile artarak ve genişleyerek devam etmiştir. Stockholm’de terör örgütü destekçilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’yi hedef alan gösterileri Kur’an-ı Kerim yakma eyleminin ardından devam etmiştir. Türkiye karşıtı eylemler ve terör propaganda faaliyetleri İsveç hükümeti tarafından herhangi bir engelleme ile karşılaşmamıştır.
Bu noktada olan biteni anlamak için şu soruların cevaplandırılması gerekmektedir: İsveç hükümeti ne yapmak istemektedir? Rusya’nın Ukrayna’ya yapmış olduğu saldırının ardından NATO’ya katılma amacıyla yaptığı başvurunun arkasında duruyor mu? Eğer NATO’ya katılmak istiyor ise neden inatla ve ısrarla üçlü protokole aykırı davranmakta, yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmakta, terör örgütü faaliyetlerine izin vermekte ve büyük tepki gösterileceğini bile bile Müslümanların kutsal kitabını yakma eylemini fikir özgürlüğü olarak değerlendirmektedir? İsveç’te birbiri peşine patlak veren olayların ve hükümetin tutarsızlıklarının başka sebepleri de bulunabilir mi?
İsveç hükümetinin NATO’ya katılma konusunda yürütülen çabalarda kendi kendini sabote ettiğine kuşku yok. Bu genel çerçeve içerisinde Stockholm yönetiminin ortaya koyduğu tavır, tutum ve uygulamaları aşağıdaki dört seçeneği gündeme getirmektedir:
İsveç hükümeti NATO’ya katılmaktan vazgeçmiştir.
Yaşanan gelişmeler Türkiye’yi Batı’dan koparma ve NATO içerisinde marjinal hale getirme operasyonunun ilk adımıdır.
ABD yönetimi, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı önündeki Türkiye engelini kendi yöntemleriyle aşmak, Türk-Amerikan ikili ilişkileri üzerinden çözüme kavuşturmak istemektedir. Bu nedenle İsveç hükümeti üçlü protokol hükümlerine aykırı uygulamaları inatla ve ısrarla sürdürmektedir.
İsveç’te yaşanan gelişmeler Batı’da yaratılmak istenen yeni bir İslamofobi dalgasının işaret fişeğidir.
STOCKHOLM’ÜN SİYASİ İRADESİ YOK
İsveç hükümetinin üçlü protokolün imzalanmasından itibaren bir yandan Türkiye ile müzakereler yapmak, öte yandan başka aktörleri devreye sokarak Türkiye üzerinde baskı kurma çaba ve gayreti içerisinde olduğu bilinmektedir. Birbiri peşine İsveçli bakanlar Ankara’yı ziyaret etmekte veya çeşitli platformlarda Türk meslektaşlarıyla ikili müzakereler yürütmek suretiyle katılma anlaşmasının onaylanması için çaba göstermektedirler. Süreci hızlandırma amacıyla Stockholm, kendi çabalarının dışında kimi zaman ABD yönetimi, kimi zaman da NATO Genel Sekreteri üzerinden Türkiye’ye baskı kurmaya çalışmaktadır. İsveç, terörle mücadele başta olmak üzere birçok alanda mutabakat hükümlerine uygun olarak yeni yasal düzenlemeler yapma çaba ve gayreti içerisindedir. Tüm bunlar İsveç hükümetinde NATO’ya katılma konusunda güçlü bir siyasi iradenin olduğunu gösteren karinelerdir.
Ama öte yandan da kendi kendini sabote eden, Türkiye’nin onay sürecini tamamen engelleme amacı taşıyan fiili bir durum söz konusudur. İsveç hükümet yetkililerinin açıklamaları ile uygulamaları birbiri ile çelişmektedir. Türkiye, atılan adımları yeterli görmediği gibi İsveç hükümetinin iyi niyetinden ve katılma iradesinden kuşku duymaya başlamıştır. Bu koşullarda teori-pratik uyumsuzluğu şunu göstermiştir: İsveç hükümeti NATO’ya katılma yönündeki iradesini koruyamamıştır. Bunu açık biçimde itiraf etmek yerine süreci kilitleyerek katılımı fiilen imkansız hale getirmişlerdir.
İsveç’in yakın tarihi incelendiğinde tarafsızlık eğiliminin güçlü olduğu görülecektir. İsveçliler son 200 yıldır bir savaş yaşamamışlardır. İsveç, ne Birinci Dünya Savaşı’na, ne İkinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. Stockholm, savaş sonrasındaki askeri ittifaklara yani NATO ve Varşova Paktı’na üye olmamıştır. İngiltere ile birlikte 1960 yılında Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi’ni (EFTA) kurmuş olan İsveç, 1995’te de AB’ye katılmıştır. AB içerisinde acil müdahale gücü adı altında yürütülen barış koruma faaliyetlerine bile mesafeli duran, AB’nin sivil bir güç olması görüşünü savunan İsveç’te tarafsızlık eğilimi çok güçlüdür. 24 Şubat 2022 öncesi yapılan tüm anketlerde NATO’ya katılmayı savunanların oranı yüzde 50’nin altında kalmıştır. Ukrayna saldırısı sonrasında ise Rusya tehdidinin somut hale gelmesi üzerine NATO’ya katılma yönünde bir irade ortaya konulmuştur. Bununla birlikte İsveç’te askeri ittifakların dışında kalma, yani tarafsızlık eğilimi halen çok güçlüdür. Hükümetin söylem ve eylemleri arasındaki tutarsızlığı bu genel çerçeve içerisinde bir geri adım atma olarak okumak mümkündür. Yani İsveç NATO’ya katılma iradesini koruyamadığı için çelişkili davranmakta ve NATO dışında kalmak istemektedir. Esasen Finlandiya’nın NATO’ya katılımı, aynı zamanda İsveç’in savunma ve güvenliğine de katkı sağlayacaktır. Zira Finlandiya, Rusya ile komşudur, iki devlet arasında 1300 km kara sınırı bulunmaktadır. Finlandiya’nın NATO’ya katılımı ve sınırın tahkim edilmesi İsveç için de güvenlik yaratacaktır.
TÜRKİYE ETKİSİNİ SINIRLANDIRMA OPERASYONU MU?
Batı dünyasında bir süreden beri bazen kapalı kapılar ardında, bazen de açık biçimde Türkiye’nin NATO ittifakı içerisindeki rolü sorgulanmakta ve etkisinin sınırlandırılması görüşü dile getirilmektedir. Türkiye’nin Batı değerlerinden uzaklaştığı, bir Truva atı olduğu, Rusya ile iş birliği yaptığı, yaptırımlara katılmayarak, Rusya ile diplomatik ve ticari ilişkilerini en üst seviyede tutarak ittifak dayanışmasına zarar verdiği şeklindeki şikayetlerin Batı’da kimi siyasetçiler tarafından dile getirildiği kimse için sır değil…
Konvansiyonel bir örgüt içinde oy birliği ile karar alınması, Türkiye’nin NATO içerisindeki gücünü de arttırmıştır. Yapılması gereken bu durumun önüne geçmek ve Türkiye’yi ittifak içerisinde dışlamak ve marjinal üye haline getirmektir. İsveç’in 30 Haziran NATO Zirvesi’nde imzalanan üçlü protokol hükümlerine kasti olarak aykırı davranması ve bilinen tutumunda hiçbir değişiklik göstermemesi acaba NATO ittifakına zarar veren Türkiye imajı yaratılması için midir? Bu ihtimali yabana atmamak gerekmektedir. İsveç’in NATO’ya katılımı sürecinde ortaya koyduğu tutarsızlığın hedefi Türkiye’nin NATO içerisindeki konumunun zayıflatılması olabilir.
SIRTLARINI ABD’YE Mİ DAYADILAR?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 18 Ocak 2023’te Washington ziyaretinde ABD’li meslektaşı Antony Blinken ile bir araya geldi. Toplantıda Türk-Amerikan ilişkilerine müteallik tüm konuların masada ele alınması ve üzerinde müzakere yürütülmesi zaten beklenmiyordu. Sızan kulis bilgilerinden ve tarafların açıklamalarından görüşmelerde F-16 satışı ve modernizasyonu, Suriye savaşının mevcut aşamasında muhtemel Erdoğan-Esed görüşmesi ve bir de NATO genişlemesi üzerindeki blokajın kaldırılmasının gündeme geldiği anlaşılmaktadır. ABD tarafının Türkiye ile yürütülen müzakerelerde İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı ile F-16 satışı ve modernizasyonu arasında korelasyon kurma ihtimali mümkün gözükmektedir.
İsveç ve Finlandiya’ya “Siz kendi bildiğiniz yol üzere devam edin. NATO genişlemesi önündeki engelleri aşmak Washington hükümetinin işidir. ABD bunu al-ver pazarlığı ile çözüme kavuşturacaktır” denilmiş olabilir. Son bir haftada İsveç’in kendi kendini sabote etmesinin, bir taraftan katılım anlaşmasının yürürlüğe girmesi için Türkiye onayı beklenirken öte yandan serkeş ve lakayt tutum takınmasının gerisinde kendisine verilen taahhütler rol oynayabilir.
YENİ BİR İSLAMOFOBİ DALGASI MI?
İsveç hükümetinin kendisi bakımından hayati ehemmiyet taşıyan böyle hassas bir zamanda ırkçı bir siyasetçinin Türkiye Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim yakma eylemini engellememesi ve bunun fikir özgürlüğü içerisinde mütalaa edildiğinin ifade edilmesi, bir başka seçeneği daha akla getirmektedir. O da Batı’da yeni bir yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı kampanyası olabilir.
İsveç hükümeti bakımından Türkiye’ye ve 2 milyarlık İslam dünyasına meydan okumanın hiçbir rasyonel sebebi bulunmamaktadır. Öte yandan ırkçı siyasetçinin uygulamaya koyduğu ve İsveç hükümetinin de engellemediği eylem bir nefret suçudur. Bu suç, hem BM şemsiyesi altında imzalanan Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde, hem Avrupa Konseyi bünyesindeki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yaptırıma tabi kılınmıştır. Durum böyle iken İsveç hükümetinin eylemi önlemek için hiçbir şekilde harekete geçmemesi, olayın siyasi bir kurgu olduğuna delalet etmektedir. İsveç’te ve Batı’nın diğer ülkelerinde azınlıkların ve özellikle Müslümanların sayısının artması endişe yaratmaktadır. Batı’da yeni bir yabancı düşmanlığı ve İslamofobik atmosfer yaratmak isteyen güçler fitili ateşlemişlerdir. Mukaddese yönelik saldırı ve oluşacak tepki, en sonunda Batı’da İslam karşıtlığının güçlenmesine yol açacaktır. Müslümanların kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in Stockholm’de bir ırkçı siyasetçi tarafından yakılması ve İsveç hükümetinin olaya seyirci kalması komplo teorisi olarak nitelendirilebilecek bu ihtimali de akla getirmektedir.