Petrol tesisleri saldırıya uğrayan ve özellikle ABD tarafından savunmasız bırakılan Suudi yönetimi bu pozisyona tekrar düşmemek için ABD’den güvence almak istiyor. ABD ile yeni bir güvenlik anlaşması yapmak isteyen Suudilerin bir diğer talebi ise sivil nükleer programı üzerine…
ABD yönetimi, Suudi Arabistan’a Filistin konusunda Netan-yahu’nun tutmayacağı sözlerden başka hiçbir şey vadedemiyor… Oslo Antlaşmalarından bu yana kesinleşen durum, İsrail’in iki devletli çözüm fikrinin hiçbir zaman hayata geçmemesi için elinden geleni yaptığı… Peki bu şartlarda, Suudi Arabistan İsrail ile normalleşerek Biden yönetiminin “başarı” diye sunacağı bir harekette neden bulunsun? Üstelik bu pozisyon onlarca yıldır Filistin konusundaki devlet geleneğine aykırı iken…
Suudi Arabistan, mevcut haliyle sunulan İbrahim Antlaşmalarına katılmamalı. Çünkü İsrail ile etkisi geçmiş bir anlaşmanın şartlarında normalleşmek hiçbir kazanım getirmeyecek. Gittikçe saldırganlaşan İsrail, İbrahim Antlaşmaları'nın vaat ettiği gibi komşularıyla barış içinde yaşayamayacak. Üstelik bu anlaşmaya taraf olmanın Suudi halkı ile diğer Arap ülkelerindeki halkların öfkesini çekmek gibi bir bedeli de olacak. Ancak bu, normalleşmenin gündemden kalktığı anlamına gelmiyor çünkü Suudi yönetimi aslında daha büyük bir pazarlığın peşinde…
BÜYÜK PAZARLIK
Suudi Arabistan yönetimi son yıllarda giderek Arap ülkelerinin siyasi liderliği yarışından uzaklaşarak ulus devlet çizgisine kaydı ve ülke içinde ekonomik/sosyal değişime odaklandı. Siyasi liderlik yarışında kalması; temel meselelerde Arap halklarının hassasiyetlerini gözetecek pozisyonları savunması, yeri geldiğinde doğal kaynaklarını bile bu pozisyonları savunmak amacıyla bir silah gibi kullanması anlamına geliyordu. Ancak bugün Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme şartlarını konuşmak bile Suudilerin bu pozisyondan vazgeçtiğini ve rota değiştirdiğini gösteriyor. Bugün ulus devlete kayan bir politik çizgiden bahsetsek de, geçmiş yönetimlerinin Arap siyaseti üzerindeki kredisini kullanarak krallığın normalleşme olasılığını bir koz olarak kullanmaya çalıştığını görüyoruz. Suudilerin normalleşmesinin diğer Arap/İslam ülkelerini de etkilemesi olasılığı krallığın bu durumu pazarlık yaptığı ABD’ye bir avantaj gibi sunmasına yarasa da, Arap/İslam ülkeleri liderliği iddiasından vazgeçerek sekülerleşen ve ulus-devletleşen Suudi yönetimi için bu kozun son kullanma tarihi yaklaşıyor…
Suudi Arabistan’ın Filistin konusunda İsrail’e iki devletli çözüm ısrarı bu nedenle stratejik bir duruş. Çünkü bu anlaşmadan asıl elde etmeyi beklediği ulus devlet kazanımlarını, İsrail konusunda bölgede paradigma değişimine neden olacak bir etki gibi muhatabına pazarlayamaz. Normalleşmeden maksimum fayda elde etmek istiyorsa, ABD de aynı kanıya varmadan önce Suudi Arabistan’ın manevra zamanı kısıtlı… Çünkü krallık hem sekülerleşerek hem de ulus devlet çizgisine kayarak İslam/Arap ülkeleri arasında geçmişten gelen konumunu devam ettiremeyecek. Peki Suudi Arabistan’ın gerçekte gözettiği ve aslında pazarlığını yaptığı bu ulus devlet kazanımları neler?
GÜVENLİK ENDİŞELERİ
Devletlerin egemenlik haklarını tehlikeye sokacak derecede ulusal güvenliğine yönelik tehditler olabilir. Güvenliği tehdit eden unsurlar bazen düşman devletler bazen de devlet dışı silahlı aktörler olabilir. Suudi Arabistan’ın perspektifinden, ulusal güvenliğini tehdit eden düşman devlet olarak İran’dan, devlet dışı aktör olarak ise sınır komşusu Yemen’deki Husi örgütünden bahsedebiliriz… Devletlerin terör, savaş gibi güvenlik problemlerinin ayrıca olumsuz ekonomik etkileri de olur ve ekonomik etmenler de egemenliğe yönelik bir diğer önemli tehdit unsuru olma potansiyeline sahiptir… Askerî güç ile yenemediği sınır ötesindeki aktör, Suudi Arabistan’ın ulusal güvenliğine ve ekonomik atılımlarına tehditler oluşturduğu için öncelikli bir güvenlik meselesi olarak öne çıkıyor.
Kendi savunma sanayiisi olmayan ve petrolün ekonomiyle ayrılmaz ilişkisinden dolayı Batı’yla çok yönlü ilişki kurmak zorunda olan Körfez ülkeleri güvenliklerini bugüne kadar ABD’ye vassal olarak sağlamaya çalıştılar. Irak ve Suriye savaşlarıyla askerî etkinliğini arttıran ve Şii ideolojisini silaha dönüştürerek bölgedeki devlet dışı aktörleri istikrarsızlaştırıcı unsurlar olarak kullanan İran’a karşı Körfez ülkelerinin güvenlik ihtiyacı arttığı zamanlardaysa ABD’nin odağı Orta Doğu’dan Asya-Pasifik bölgesine kaydı. Petrol tesisleri saldırıya uğrayan ve özellikle savunmasız bırakılan Suudi yönetimi bu pozisyona tekrar düşmemek için ABD’den güvence almak istiyor. ABD ile yeni bir güvenlik anlaşması yapmak isteyen Suudilerin bir diğer talebi ise sivil nükleer programı üzerine… Sivil nükleer program enerji üretiminde kullanılsa da, nükleer silahlanmaya giden yolu açabileceğini iddia ederek ülkeleri Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’yla sıkı bir takip altında tutan ABD yönetimi ise, Suudilerin İran ile nükleer silahlanma yarışına girerek anlaşmayı göz ardı edeceğini düşünüyor.
ABD İKNA OLACAK MI?
Zira Veliaht Prens Muhammed bin Selman 2018 ve 2023’te verdiği röportajlarda İran’ın nükleer silah elde etmesi halinde ülkesinin dengeyi sağlamak için nükleer silaha sahip olması gerekeceğini söylemişti. ABD, Suudi Arabistan’ın nükleer silah yapabilmek için gereken teknik altyapıdan yoksun olduğunu bilse de bu noktada devreye Pakistan’ın girebileceği öne sürülüyor. Bu düşüncenin arkasında Pakistan’ın nükleer kapasiteyi elde ederken Çin’den teknik bilgi, krallıktan da maddi yardım aldığı ve günü geldiğinde Pakistan’ın da Suudi Arabistan’a bu yardımın karşılığını verebileceği iddiası var.
Bölgede nükleer silahlanma yarışı olasılığı, kendisi Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na uymayan İsrail’i de çok rahatsız ediyor. ABD yönetimi, İsrail ile normalleşmek için güvenlik anlaşması, üst düzey askerî ekipman satışı ve sivil nükleer programına destek isteyen Suudilerin isteğini kabul etmezse, Çin’in alternatif olarak hazırda beklediğinin de farkında. Zira istihbarat raporlarına göre Çin Suudi Arabistan’a uranyumu zenginleştirmede kullanılan öğütülmüş uranyum oksit (sarı kek) üretim tesisi inşa etti. Çin’in krallıktaki uranyum yataklarını da haritalandırdığı öne sürülüyor. Zenginleştirilmiş uranyum hem sivil amaçla elektrik üretimi için hem de askerî amaçlı nükleer silahlar ve harp başlıkları üretiminde kullanılabilse de Suudi Arabistan’ın savunması, nükleer enerjiyi enerji üretim kaynaklarını çeşitlendirme ve tuzdan arındırma tesislerinin işletilmesinde kullanacağı yönünde…