Seçim sonuçları netleştikten sonra deprem bölgesindeki insanları üzecek bazı paylaşımlar sosyal medyada yayılmaya başladı. Orada yaşayan insanlara gönderdikleri yardımları haram ettiklerini, onların yaşadıkları trajedinin az bile olduğunu ve bunu hak ettiklerini yazacak kadar haddi aşma ve adab-ı muaşeretin dışına çıkma vakaları, dikkat çekecek kadar yayıldı. Bu yaşananlar, sosyal medyada siyasi kimliği ve seçimde hangi partiyi ya da cumhurbaşkanı adayını desteklediği fark etmeksizin sağduyu sahibi herkesi rencide etmiştir.
Kahramanmaraş merkezli art arda yaşanan iki deprem, 14 Mayıs 2023 seçimlerine yakın bir tarihte gerçekleştiği için pek çok yönden seçimleri etkilemiştir. Öncelikle siyasi parti yöneticilerinin ittifakla depremin acısını paylaşma ve yas tutma adına daha önceki seçim kampanyalarından farklı tarzda bir kampanya sürecine uydukları takdir edilmelidir. Tarih olarak seçime yaklaşıldıkça ve partiler büyük mitingler düzenlendikçe şarkılı türkülü ortamların sayısı biraz daha artmıştır. Ne olursa olsun acıları hâlâ taze olan depremzedelerin hassasiyetlerinin son ana dek göz önünde bulundurulması gerekirdi.
Seçimin birkaç ay içinde yaşanacak olması, depremin mümkün etkilerinin neler olabileceğiyle ilgili soruları da akla getirmişti. Bu sorulardan biri, deprem bölgesinde yaşayan insanların yaşanan felaketin ve ardından devam eden sürecin “zaten iktidarı kaybeden” hükümet partisine ve bu partinin dahil olduğu ittifaka ağır bir fatura kesip kesmeyeceği şeklindeydi. Elbette bu ağır fatura partinin genel başkanına da kesilmiş olacaktı. Türkiye’nin bir süredir devam eden ekonomik sıkıntılarının üzerine böyle bir felaketin yaşanması, iktidar karşısında birleşmiş bir blok haline gelen muhalefetin seçimi çok kolay bir şekilde alacağı yorumlarının yapılmasına da sebep olmuştu.
Aslında konuyla ilgili başka sorular da akla gelebilirdi. Gerçekten insanlar olağanüstü bir durum yaşadıklarında geçmişten getirdikleri eğilimlerin ve kabullerin aksine bambaşka bir tarzda mı tepki verirler? Elbette felaketlerin önlenmesi ve daha az can kaybı yaşanması konusunda yönetilenlerin yönetenlerden beklentilerinin olması esastır. Yaşanan olumsuzluklarda yöneticilerin ihmallerinin olup olmadığı da tabii olarak öncelikle akla gelir. Yönetenin konumu, hesap sorulan ve dolayısıyla hesap veren bir konumdur. İşin doğasının bu şekilde olması ise istisnasız olumsuz her şeyin sorumluları olarak yönetenlerin görüleceği anlamına gelmez. Olağanüstü durumu yaşamış olan ve doğrudan trajedisinin acısını sarmaya çalışan halk da durumu bu şekilde görmez. Bir sebep değil, pek çok sebep var olan durumu ortaya çıkarmıştır ve trajediyi yaşayanlar bu çok sebepli durumu doğrudan içinden tecrübe ederler.
Seçim yaklaştıkça ve deprem bölgesi gündemde daha az yer işgal ettikçe, deprem bölgesinden hükümete destek gelmeyeceğiyle ilgili bir kabul, bazı muhalifler tarafından kolayca benimsenmişti. Bu nedenle seçim sonuçları açıklanırken merakla beklenen konulardan biri de deprem bölgesindeki oy oranlarıydı. Deprem sonrasında sağduyu sahibi herkesi rahatsız eden ve hükümetin müdahalesinin beklendiği olaylar da yaşanmıştı. Bu olaylar, medyada ve sosyal medyada da gündem olmuştu. Bu olayların da etkisiyle bölgedeki seçmenlerin iktidara haddini bildireceği beklentisine girenlerin sayısının az olmadığı anlaşılıyordu. Ne var ki seçim sonuçlarına göre depremden etkilenen on ilden Diyarbakır hariç tamamında AK Parti birinci parti olmuştu. Diyarbakır ve Adana haricinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha yüksek oy almıştı. Hatay’da iki adayın oyları ise başa baştı.
Seçim sonuçları netleştikten sonra deprem bölgesindeki insanları üzecek bazı paylaşımlar sosyal medyada yayılmaya başladı. Özellikle bazı şehir isimlerine vurgu yapılarak orada yaşayan insanlara gönderdikleri yardımları haram ettiklerini, onların yaşadıkları trajedinin az bile olduğunu ve bunu hak ettiklerini yazacak kadar haddi aşma ve adab-ı muaşeretin dışına çıkma vakaları, dikkat çekecek kadar yayıldı. Bu yaşananlar, sosyal medyada siyasi kimliği ve seçimde hangi partiyi ya da cumhurbaşkanı adayını desteklediği fark etmeksizin sağduyu sahibi herkesi rencide etmiştir. Hatta 15 Mayıs Pazartesi günü, bu tarz provokatif paylaşımlar için savcılıklar tarafından soruşturma başlatıldığı haberi de yayınlandı.
Bu durumu analiz etmek için öncelikle “fanatik muhalif tipolojisi” denemesinde bulunabiliriz. Türkiye’de öteden beri sağlıklı bir muhalefet kültürünün olmadığı söylenir. Hatta Selçuklu ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tevarüs etmiş devlet geleneğimizin ve sosyolojik anlamda cemaat gerçekliğinin ötesinde kendisi gibi olmayanla birlikte bir hayatı paylaşma iradesine ulaşamamış insan tipinin bu gelişememede etkileri olduğu söylenmiş ve yazılmıştır. Sosyal medya, en büyük sanal cemaatleşme alanı haline geldiği için burada sınırlarını çizmeye çalıştığımız fanatik muhalif tip, “Nasıl olur da felaket yaşadığınız halde gidip iktidara oy verirsiniz?” şeklinde; aslında soru sormaktan ziyade kendi fanatikliğini ve mağlubiyet psikolojisini ele veren bir şiddet söylemine başvurur. Burada anlama gibi çaba ve zahmet gerektiren bir hareket yerine kendi görüş alanından ötekinin beğenmediği tavrını, tarzını ve eylemini yargılama gibi hiç de çaba ve zahmet gerektirmeyen son derece acımasız bir tepki yükselebilmiştir. Aslında sorularının ve tepkilerinin ardında başka bir niyet tespit edilebilir: “nasıl olur da benim istediğim gibi hareket etmezsiniz?” Bu fanatik muhalif tipe her şeyi istediği gibi yapmak, söylemek, küfretmek vb. mübah olduğu için şaşıracak bir şey yoktur. Paylaşımını yeniden paylaşan ve beğenen binlerce sosyal medya dostu da bulabilir. Bu durum, ahlaki bir düşüşün ve derin bir psikopatolojinin sonucudur.
Seçim sonuçlarının neden böyle olduğunu anlamak için sosyolojik bakış açısıyla bazı verilerin karşılaştırılması yerinde olacaktır. Çünkü sosyoloji, bir alanda uzman olduğunu düşünen sosyal bilimciye, görmediği şeyleri görmeyi ve öyle olduğunu düşündüğü şeylerin öyle olmadıklarını gösterebilir. Bu nedenle beklenmedik ve öngörülmedik sonuçlar hayatın kendi dinamizmi içinde daima var olabilir. Bu durumda “Nasıl olur da benim beklediğim ve istediğim gibi olmaz” sorusu yerine “Nasıl oldu da böyle bir durum ortaya çıktı” sorusunun peşine düşmek daha sağlıklı ve toplumsal gerçekliği anlamaya da daha uygun bir yol olacaktır. Çünkü toplumsal gerçeklik kimsenin keyfine göre değil kendi gerçekliğine bağlı etkileşim örüntüleriyle sürekli yeniden var olur.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı oylar 2018’den 2023’e Erzurum’da yüzde 72,31’den yüzde 68,59’a; Konya’da yüzde 74,22’den yüzde 68,94’e; memleketi Rize’de yüzde 76,92’den yüzde 72,79’a düşmüştür. Bu üç il öteden beri en yüksek oy oranlarına ulaştığı illerdir. Deprem bölgesindeki illerin çoğunda ciddi bir oy kaybı yaşamadığı gibi Malatya’da oylarını çok az arttırmıştır (2018: yüzde 69,19 - 2023: yüzde 69,39). Bu değerlendirmeler yapılırken Türkiye genelinde iki seçim arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzde 3,09 oranında oy farkı olduğu göz önünde bulundurulmalıdır (2018: yüzde 52,59 - 2023: yüzde 49,50). Gaziantep ve Kilis dışında depremden etkilenen 8 ilde oy değişimi Türkiye geneli ortalama kaybının altındadır. Bu nedenle deprem bölgesinden Cumhurbaşkanı Erdoğan lehine bir destek geldiği iddiası doğru ve karşılığı olan bir iddiadır.
Öncelikle deprem bölgesindeki insanlar, yaşadıklarını doğrudan 21 yıllık iktidar sahibi bir partiyle özdeşleştirmemişlerdir. Diğer taraftan bu insanlar, olağanüstü durumdan çıkmak ve olabildiğince çabuk çıkmak istemektedirler. Burada güven unsuru devreye girmektedir. Şehirlerin yeniden imarı konusunda, eleştirilere rağmen hükümetin kendi iktidarı döneminde devlet tarafından yaptırdığı binaların depremden ciddi zarar görmemesi, olağanüstü durumdan çıkış ve güven unsuru birlikte düşünüldüğünde anlamlı hale gelebilir. Deprem sonrasında konut yapımında bütün bölgede hızlı somut adımlar atılmasının, bölgenin ihtiyaçlarının öncelikle ele alınacağının sözünün verilmesinin toplum tarafından ciddiyetle kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Muhalefetin iktidara gelmesi durumunda deprem bölgesinde neler yapacağını iktidar kadar iyi anlatamadığı ve topluma sunamadığı propaganda döneminde sıkça dile getirilmiştir.
İnsanlar doğal afet ya da savaş gibi felaketler yaşadıklarında toplumsal ve tarihsel hikayelerinin bütünüyle dışına çıkmazlar. Bu olaylardan etkilenirler, değişirler ancak bir yandan da bu olağanüstü durumla başa çıkmak için eskiden sahip oldukları şeylere daha da sarılabilirler. Depremden etkilenen halkı ayakta tutan ve onlara yaşama direnci sağlayan en önemli kaynaklardan biri de inançtır. İnsanlar, kader ve ahiret inancıyla yaşadıkları travmanın etkilerini azaltmak ve hayatlarına devam etmek isterler. Bölgede yaşayan insanların önemli bir kısmı mütedeyyin ve muhafazakâr kimliğe sahiptir. Deprem ve sonrasındaki süreç, bölgede yaşayan insanları siyasi olarak değiştirmemiştir. Kendi sosyolojik gerçekliklerinden farklı siyasi bir reaksiyonun ortaya çıkmasına da sebep olmamıştır. İllerin çoğunda Cumhur İttifakı partileri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yine destek almayı başarmıştır.
Alman sosyolog Max Weber, karizmatik otorite teorisinde olağanüstü dönemlerde bir liderin karizması etrafında toplumun örgütlendiğini ve olağanüstü dönemin bu şekilde aşıldığına vurgu yapmıştır. Seçimlerin gösterdiği en önemli sonuçlardan biri, 21. yılında iktidarda olmasına rağmen hâlâ siyasi partisinin Türkiye’de birinci, kendisinin de neredeyse toplumun yarısının tam desteğini alan bir liderin varlığının kabul edilmesidir. Bu olay, dünya siyasi tarih literatürü açısından da önemli ve sosyal bilimcilerin dikkatini çeken bir olaydır. Deprem bölgesinde yaşanan trajediye bağlı olağanüstü durum, karizmatik bir lider etrafında örgütlenme ve ona destek verme üzerinden de ayrıca yorumlanabilir. Çünkü olağanüstü durum, dayanışma ihtiyacı adına toplumun otoriteyi daha çok arzu etmesine sebep olabilir.
Şayet depremin ilk zamanlarında ve sonrasında tamamen başarısız bir yönetim var olsaydı, karizma üretiminin bir yönünü oluşturan toplumsal yöne vurgu dahi yapmaya gerek kalmazdı. Ancak öyle bir durumda seçim sonuçlarının farklı olması beklenebilirdi ve sonuçlara yerel tepkisel yansımalar takip edilebilirdi. Ancak seçmen eğilimlerinin geçen seçimlerle tutarlı bir şekilde sandıklara yansıdığı ortadadır. Oy oranları, Türkiye geneli ve başka bölgelerle kıyaslandığında da durum bu şekildedir. Genel itibarıyla yönetimin onaylanması, bunu göstermektedir. Siyasi olanın sosyolojik çeşitliliğini görmeye çalışmak, her kesime iyi gelecektir. Çünkü sosyoloji, kimin hoşuna gider ya da gitmez demeden var olandan hareket etmek zorundadır.