Ne kötülük yok olur ne de iyilik ama her zaman biri diğerine baskın gelecektir. İnsanlığın vazifesi kötülüğü yok etmek değil, iyilerin sesine katılmak, iyi gelişmelerden başkalarını haberdar etmektir. Kötülüğün yok olmayışından daha kötü olan bir şey varsa o da iyilerin cesaretsiz, basiretsiz, güçsüz, düşüncesiz ve bilinçsiz olmalarıdır.
Filistinli bir kadın, çocuklarıyla beraber evinin avlusunda kendisini kayda alan bir kameramana şöyle demişti:
Bizi daha fazla çekmenize gerek yok. Bütün dünya bizi izliyor. Biz izlemelik bir içerik değiliz. Biz bu dünyadaki en onurlu insanlarız. Filistinli küçük bir çocuk bile o büyük Arap liderlerinden daha iyidir! Daha fazla bizi çekmenizi istemiyoruz. Bizim yanımızda Allah var. Bütün dünya Yahudilerin yanında ama bizim yanımızda Allah var. Bütün kapılar siyonistlere açılıyor, Filistinlilere kapanıyor ama Allah’ın kapısı bize açık. Zafer bizimle!
Bu cümleler, ciltler dolusu kitaplarda yazan siyasî, politik, ekonomik ve teknolojik birçok ilerlemenin insanlığı nereye getirdiği konusunda vurucu bir özet mahiyetindedir. Bu cümleler, kadın ruhunun ne kadar yüksek bir hassasiyet ve dikkat taşıdığını gösterir. Yine bu cümlelerde kapitalizm eleştirisi, dünyada ak ile karanın ne olduğu, görünürde güçsüz olanın en güçlü, zalimin de bütün şatafatına, gücüne ve gördüğü desteğe rağmen ne kadar aşağılık bir yerde durduğu, İslam birliğinin olmayışı, Müslümanların bir dünya düzeni kuramamış olmaları, ulus devletin yıkıcı sonuçları ve Batı medyası başta olmak üzere en can alıcı konulara ilişkin keskin bir dikkat vardır. Bir kadının dimağından dökülen bu cümleler, dünya sistemi ve medyasının insan haysiyetini nasıl hiçe saydığını net bir şekilde anlatmaktadır.
HAYATÎ BİR KELİME: HABER
Hayatî kelimeler diye bir sözlük olsaydı, o sözlükteki en mühim kelimelerden biri “haber” kelimesi olurdu. İnsanlığın ilk haberleşme biçiminin başkalarına ilettiği mesajda “Burada bir hayat var, burada birileri yaşıyor” anlamı saklıydı. Haber bir yerdeki canlılığı, hareketliliği, bir yerlerde olan biteni, yaşanan hadiselerin içyüzünü kavramayı, şu andan geriye dönüp bakmayı ihtiva eder. Haber kelimesinin Kur’an’daki manası da oldukça çeşitli ve geniştir. Bir fâsıktan haber almakla haberi araştırarak öğrenmek arasındaki farka dikkat çeken Kur’an, “sizden öncekilerin haberleri” diyerek bizden önce yaşamış olan milletlerin hikâyelerinden bizi haberdar eder. Haber’in Kur’an’daki en ilginç ve ürpertici mânâsı, sınanmak ve imtihan anlamında karşımıza çıkar. İyiyi kötüden ve temizi kirliden ayırmak, zorluklarla mücadele edenleri ortaya çıkarmak, sabredenleri tespit etmek için Kur’an “size ait haberleri deneyerek açıklığa kavuşturalım” der. Kim ne kadar yürüyüşünde ciddi, kim ne kadar içtenlikli, kim ne kadar bozgunculuk çıkarıcı bunu görmek için Kur’an, o insanın yeryüzünde kendisi hakkında biriktirdiklerine bakar. Demek ki insan, kendini aşan işlerde haberin doğrusunu araştırmakla ve elinden geleni yapmakla yükümlüdür. Çünkü haberdar olmak sorumluluğu biraz daha artırır. Bazen de haberdar olduğu hâlde müdahale edebilecek bir hareket alanı veya herhangi bir yaptırım gücü olmaz insanın.
Mürit Bergusi, Filistin’den sürgün edildiğinde uzun bir süre ailesinden/vatanından haber alamaz. Kendi ifadesiyle dehşetengiz telefonlar çıktığında olur olmaz ve yerli yersiz haberlere maruz kalmanın huzursuzluğunu dile getirir. Dünya ile irtibatı olmayan, eşyâlarına el konulan Filistinliler içlerinde birikmiş duyguları dökmek için telefona sarılır, uzaktaki yakınlarına son vaziyeti haber verirler. Sevdiklerinin hayatlarına dair detayları paylaşırlar. Telefon her şey için çalar, neşe için, aşk için, hasret ve serzenişler için, kavgalar ve ithamlar için… En acıtıcı olansa memleketten, yurttan gelen bir ölüm haberi için çalan telefonlardır. Bergusi, sürgün hayatında en acı haberleri aldığı anda yurduna dönemediğinden ve sevdiklerine gidemediğinden telefonu artık bir terör olarak görür.
ZULÜMDEN BESLENEN MEDYA ENDÜSTRİSİ
Teknoloji şüphesiz insanlığa çok faydalı olabilecek şeyler sunar. Bir yere, birine veya bir bilgiye hızlı bir şekilde ulaşmak, bir hastalığı hızlıca teşhis etmek, bir haksızlığı hızlı bir şekilde binlerce insana duyurmak, ülkelerarası irtibat kurmak gibi. Aynı teknoloji insanın yaşama hakkına kasteden, insanlığın kalbini kötü haberlerle ifsat eden, insanı bir laboratuvar nesnesi olarak gören, savaşlar çıkaran bir işleve de sahiptir. Teknoloji, insanlığın faydasını gözetmek maksadıyla ortaya çıkmış olsa da daha çok insanlığın aleyhine çalışır. Medya endüstrisi, bir haber yapacağı zaman haksızlığa uğrayanın hakkını ve onurunu gözetmez. Onu bir teşhir malzemesine dönüştürerek kazancını ve kârını gözetir, alacağı reytingi düşünür. Soykırım görüntüleri medyada yayıldıkça oluşturulan hashtagler zulme sessiz kalınmadığının bir göstergesi olduğu kadar medya endüstrisini de besler. Medya endüstrisi, sosyal mecradaki hareketlilikten kazandığına bakarak daha çok kan ve şiddet görüntüleri talep eder. Medya endüstrisi, zulme karşı olan kolektif vicdanın sesini yine zulmü harlamak için kullanır. Savaş, soykırım ve insanlık suçlarına hizmet eden her türlü kötülük, medya ve teknoloji eliyle yeniden üretilir. Küresel sistem işte böyle vicdanlı insanları bir cendereye sıkıştırarak onların adalet için çırpınışlarını seyreder.
AKIŞKAN KÖTÜLÜK
Teknoloji, haberin algılanma ve değerlendirilme biçimini kendi algoritmasına göre değiştirir. İnsan kötü olana daha meyilli bir varlıkken medya diliyle kötünün içinde yaşamayı yadırgamayan bir varlık hâline gelir. Bauman kötülüğün bir yaşam siyaseti/yaşam kültürü hâline gelmesini “akışkan kötülük” olarak nitelendirir. Kötülüğün akışkanlığıyla kastedilen kötünün ayırt edilemez, tanınamaz olması ve kontrolsüz bir biçimde yayılmasıdır. Kötülüğün akışkanlaştığı yerde yalan haberler gerçek değeri görür, şiddet içeren haberler daha çok yankı bulur, toplum infiale ve manipülasyona daha açık hâle gelir. İnsanî dilin yerini hoyrat ve kaba bir dil alır. Haber ahlâkı da medyanın reytingi önceleyen ifsat edici dilinin karşısında başka bir hüviyete bürünür. Bir milletin sağlam ve tarafsız haber kaynağına sahip olması, haberleri kendi toplumuna iletirken doğru bir dil kullanması o toplumun ruh sağlığı için çok önemlidir. Trajik bir durumu her detayıyla deşifre etmek, bilinmemesi gereken kriminal bilgileri kamuyla paylaşmak, kötü bir algı yaratmak, illüzyonist yaklaşımlarla haberlerin odağını değiştirmek, esas görünmesi gerekeni gizlemek gibi toplumun kalbini bozacak haberler, küresel medyanın ahlâkıdır ve pornografidir. Pornografinin zihinlerdeki karşılığı ayıplı, edep dışı olanın gözler önüne serilmesidir ama o sadece cinselliğe yönelik bir şey olarak tanımlanamaz. Pornografi aynı zamanda insanın biyolojisine, kimyasına, maneviyatına yönelik yapılan her türlü saldırıdır. ABD’nin gözetiminde İsrail’in uyguladığı soykırım, dünyanın gözü önünde bir toplumu fiziki olarak yok ederken soykırımı izleyen diğer toplumların da bilincini, ruhunu, muhakemesini, vicdanını işgal eder ve sakatlar. Bu, çok boyutlu bir soykırımdır.
ŞİDDETİN İKİ BOYUTU
Soykırım görüntüleri birer pornografidir. Güçsüz olanı, ezileni sergilemek, güçsüzün düştüğü durumları anbean göstermek pornografiye hizmet eden, vicdanları karartan, insanları sindiren bir durumdur. Terör ve şiddet eylemleri hiçbir zaman sadece kurbanları hedeflemez, o eylemleri izleyen insanların da ansızın bu hâle düşebileceği mesajını içerir. Bauman, terör eylemlerinde saldırının herhangi bir somut hedefe odaklanmamış ve kurbanların sanki rastgele seçiliyormuş gibi gösterilmesinin bilinçli bir şekilde ve göze sokulurcasına yapıldığını söyler. Bununla amaçlanan şey ve verilmek istenen mesaj, hiç kimsenin güvende olmadığıdır. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun, bir gün herkes Bauman’ın ifadesiyle intikamcı öfke patlamalarının kurbanı olabilir. Hitler, dünyanın tepkisini çekmemek için Holokost’u gizliden yapmaya çalışmış ancak kolektif vicdanı susturamamıştı. Netanyahu ve onu besleyen ABD ise soykırımı alenen yapıyor ve her türlü insanlık dışı muamelenin görülmesi için medyayı yönlendiriyor. Çünkü her şeyi tasarlayarak, bilerek ve isteyerek yapıyorlar. Hüsamettin Arslan asıl savaşın medyatik olduğunu söyler. Terör ve şiddetin iki boyutuna dikkat çeker. Fiziksel terör bedenleri öldürürken sembolik terör insanın psikesini, ruhunu, maneviyatını alabora eder, doğrudan insanın mukaddesatını hedef alır. İsrail ve ABD’nin medyayı dilediği gibi yönlendirmesinin nedeni insanlığın ruh ve değer sistemini çökertmek, dünyayı porno dünyası hâline getirmektir. İşte Filistinli kadının “biz çekilecek malzeme değiliz” diye kızması, sisteme kafa tutarak esareti reddetmesidir.
Modernite ve kapitalizm, insanı ve kainatı bir araştırma nesnesine dönüştürerek kendi Tanrılığını ilân eder. Modern bilime göre insan ve kâinat, ruhu olan bir varlık değil, hükmedilmesi, hâkim olunması ve kontrol altına alınması gereken bir sistemdir. Modernite ve kapitalizm, insanlığa teknik bakımdan yenilikler sunmuş ama asla insanlığa medeniyet getirmemiştir. İnsanın ruhunu, iç âlemini, ahlâkını gözetmemiştir. Aliya İzetbegoviç, Batının medenî değil, uygar olduğunu söylerken bunu ifade etmek ister. Batı, gittiği her yere teknik donanım götürmüştür ama medeniyet götürmemiştir. Getirdiği teknik ve teknolojik donanımlarla da girdiği her yeri sömürgeleştirmiş ve yozlaştırmıştır. Simone Weil, “Bizi Tanrıya yaklaştırmayan bir bilimin kıymeti yoktur. Ama bilim bizi Tanrıya yanlış bir şekilde yaklaştırırsa, yani hayalî bir Tanrıya yaklaştırırsa, daha kötüdür” der. Burada bilim düşmanlığı yoktur. Bilimin ana hedefinden uzaklaşarak insanlığa hizmet edeceği yerde ona kötülük etmeyi tasarlaması, karanlık odaklara hizmet etmesi eleştirilmektedir. Artık insanlığın başına gelen felaketler bir mühendislik ve endüstri işidir.
Umberto Eco, Foucault Sarkacı’nda yeryüzünü denetim altına alan karanlık ve gizil güçlerden bahseder. Eco yeraltı kaynaklarını ele geçiren, yapay depremler ve rüzgârlar oluşturabilen, istediği bölgeyi elindeki teknolojik güçle yok edebilen küresel sistemi tarif eder. Eskiden doğal afetler ve insanlığın başına gelen felaketlerde ilâhi bir mesaj arayan ve bu mesajlardan kendine anlamlar çıkaran insanlık, şimdilerde Tanrılık iddiasındaki karanlığın kendisine yönelttiği tehdidi okuyamaz vaziyettedir. Çünkü terör ve şiddet görüntüleri, kesintisiz eğlence içerikleri, ana sayfada bir videoda gülerken hemen ardından gelen videoda hüzünlenilmesi yani ani duygu durum değişiklikleri, görselliğin ve imajların dayatan baskısı kuşkusuz insanların melekelerini, düşünme yetilerini ve duygu dünyasını olumsuz etkiler.
İYİ İLE KÖTÜNÜN SAVAŞI BİTMEZ
Teknoloji insanın vaktine, işine, hayatına ama en mühimi de kalp ve muhayyilesine büyük hasar verir. İnsanın makul düşünmesini imkânsızlaştırır. Sanal teknoloji, insanın algılarında büyük tahribata sebep olur. Medya ortamında insan topluluğu değil, kitle vardır. Kitle yığındır ve kitlenin ruhu yoktur. Kitle söylemi kapitalist, medya ve meta ilişkilerin artmasıyla yaygınlaşmıştır. Net ortamında insan yerine kullanıcı, toplum yerine kitle, topluluk yerine ağ, bağ yerine bağlantısallık, muhabbet yerine iletişim vardır. Medya anlık olarak adrenalini yükseltir, anlık olarak yasa boğar, anlık olarak tepki vermemize sebep olur. Uzun vadede hayatımıza uygulayabileceğimiz bir yol açmaz. En can alıcı konular, en değerli bilgiler sosyal medyada birer tüketim nesnesi hâline gelir ve hızla etkisini yitirir.
Bilim-kurgu türünde izleyici karşısına çıkan “Üç Cisim Problemi” dizinde teknoloji aracılığıyla akıl ve muhayyilenin nasıl abluka altına alındığının mesajı şu sözlerle verilir:
Gerçeğin yerine size mucizeler verdik. Dünyanızı illüzyonlarla sardık. Görmenizi istediğimiz şeyleri görüyorsunuz. Biz her an her yerdeyiz. Her zaman izliyoruz. Bütün sırlarınızı izliyoruz ve size korkmayı yeniden öğreteceğiz.
Tanrısal bir üslupla konuşan, insanı böcek gibi gören bu sözler, dünya döndüğü sürece insanı mutlak hakikatten uzaklaştıracak güçlerin olacağından söz eder ve evet, dünya döndüğü sürece iyi ile kötünün savaşı da sürecektir. Ne kötülük yok olur ne de iyilik ama her zaman biri diğerine baskın gelecektir. İnsanlığın vazifesi kötülüğü yok etmek değil, iyilerin sesine katılmak, iyi gelişmelerden başkalarını haberdar etmektir. Kötülüğün yok olmayışından daha kötü olan bir şey varsa o da iyilerin cesaretsiz, basiretsiz, güçsüz, düşüncesiz ve bilinçsiz olmalarıdır. Cesaret, akıl, eylem, düşünce ve tavır en çok iyilere yaraşır. İyilikte yarışmayı gösteri çağının parametreleriyle anlamaya çalışırsak çok yanılırız. İyilikte yarışmak, bir insanın kendisi gibi iyi bir insanın önüne geçmesi değil, onun önünü açması, onu desteklemesi, onun yaptığı iyiliği daha da geliştirmesi, aklını bu yönde kullanmasıdır.