Trump, İran’ın Kasım Süleymani suikastına misilleme yaparken bile ABD’ye önceden haber verdiğini ifşa etti. Hatta Tahran, “Üsse 18 füze fırlatacağız ama endişelenmeyin, füzeler üsse ulaşamayacak” demiş. Biraz geçmişe bakarsak İran’ın “Büyük Şeytan (Şeytanı Bozörg)” dediği ABD’yle perde gerisinde hep gizli kapaklı ilişkiler içinde olduğunu görürüz.
Ağustos 2023’te İran ile ABD arasında Katar arabuluculuğunda bir mahkûm değişimi anlaşması sağlandı. İran 5 Amerikalı mahkûmu serbest bırakacak, karşılığında ise ABD hem 5 İranlı mahkûmu serbest bırakacağı gibi, Güney Kore’nin bloke ettiği İran’ın yaklaşık 6 milyar dolarını serbest bırakmasını sağlayacaktı.
MAHKÛM DİPLOMASİSİ
Bu mahkûm diplomasisinin iki ülke açısından yeni olmadığını belirtelim ama detaylarına girmeden bu son mahkûm değişimindeki ince bir noktaya dikkat çekelim. Öncelikle 6 milyar dolarlık bir soru sorup cevabının peşine düşmek lazım: ABD’ye altı milyar doları serbest bıraktırıp kendi ambargosunu delmesini gerektiren ne vardı acaba? Anlaşılan İranlılar büyük bir balık yakalamışlar. İran’ın serbest bıraktığı mahkumların kimliklerine baktığımız zaman üçünün İranlı Amerikalı olduğunu görüyoruz. İsimleri, cisimleri belli ama ikisinin isimleri verilmiyor. “İsimlerinin açıklanmasını istemeyen” diye geçiyor haberlerde. Bunlar muhtemelen önemli kişiler ve ABD kimliklerinin deşifre olmasını istemiyor. Belki İranlılar da istemiyor yeni bir “Seyyid Mehdi Haşimi” hadisesi yaşanmasın diye. Cemal Kaşıkçı’nın İran versiyonu olan “Seyyid Mehdi Haşimi” hadisesinin detaylarına yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğiz.
İRAN-ABD İLİŞKİLERİ GEÇMİŞİ
İran-ABD ilişkileri 1856’ya, Kaçar Hanedanı dönemine kadar gidiyor. O dönem Nasirüddün Şah, Washington’a ilk İran büyükelçisini göndermiş, ABD’liler ise 1883’te ilk resmi elçilerini yollamışlar ama büyükelçilik ilişkileri ancak 1944’te kurulabilmiş. Şahın intisabıyla İran devlet çarkları içerisinde genel saymanlık yapan Amerikalılar bile olmuş. Amerikalıların bu süreçte İran iç işlerine en büyük müdahalesi İran petrollerini millileştiren Muhammed Musaddık aleyhine olmuş, el ele veren ABD (CIA) ve Birleşik Krallık (MI6) Ajax Operasyonu ile Musaddık’ı devirmişlerdir.
MUSADDIK DARBESİ VE DİN ADAMLARI
Darbenin ilk aşaması başarısız olmuş ve Şah ülkeden kaçmak zorunda kalmış ama ikinci aşama başarılı olunca kısa bir süre önce ülkeden kaçan Şah Muhammed Rıza Pehlevi, İran’a geri getirilmiş ve tahta yeniden oturtulmuştur. Darbenin bağımsız bir politika gütmek isteyen ve ülkenin tabii kaynaklarını sömürgecilerin elinden almak isteyen iradeye karşı yapıldığı açıktır. Kendisi de “Musaddıkçı” olan İran eski Cumhurbaşkanı merhum Beni Sadr’ın Musaddık aleyhindeki darbe sürecine ilişkin önemli bir iddiası var. Beni Sadr darbe sürecinde din adamlarının, Ayetullah Burucerdi’yi istisna tutarak, “darbede rol aldıklarını, ilk aşamada yenilgiye uğramış darbe girişimini başarıya taşıdıklarını” iddia ediyor.
ŞAH MUHAMMED RIZA PEHLEVİ İLE ZİRVE YAPAN İLİŞKİLER
Musaddık engelinin yoldan kaldırılması ve Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin yeniden tahta oturtulmasıyla İran’ın Batı (ABD diye de okuyabiliriz) ile ilişkilerinin zirve yapacağı dönem başlayacak ve İran Amerika dış politikasının bölgedeki ana sütunlarından bir haline gelecektir.
ABD’nin askeri olarak da güçlendirdiği İran bölgede Sam Amca’nın jandarmalığına soyunacaktır.
İRAN İSLAM DEVRİMİ
Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin 16 Ocak 1979’da ülkeyi, ikinci kere, terk etmesi ve Ayetullah Humeyni’nin 1 Şubat 1979’da ülkeye dönmesiyle şahlık rejiminin bitmesi ABD ile ilişkilerin de bitmesi manasına geliyordu.
“CASUS YUVASININ” BASILMASI
İran İslam Devrimi ile birlikte ABD İran ilişkileri de bitmiş ama daha kötüsü yolda idi. İlişkilerin düşmanlığa evrilmesini devrim taraftarı İranlıların “Casus Yuvası-Laneyi Casusi” olarak nitelediği ABD Büyükelçiliğini, görünüşte, “İmam Yolunun Takipçisi Müslüman Öğrenciler Derneği”nin basması ve büyükelçilikteki 52 personelini rehin alması tetikledi. Büyük bir istihbarat planlaması gibi gözüken büyükelçilik baskını, ambargo uygulanması, İran’ın dışlanması gibi birçok yönden ülke yönetiminin başını günümüze kadar ağrıtagelse de eline iki adet de koz verdi. Öncelikle, aynen geçtiğimiz aylarda olduğu üzere, rehine diplomasisi üzerinden pazarlık kozu.
DOĞRANMIŞ DOKÜMANLAR KİTAP OLDU
Diğeri ise bundan daha önemli, büyük ve değerli kazanım: Kâğıt doğrayıcıda doğranmış büyükelçilik dokümanlarını bir araya getirerek deşifre etmeleri. İran, o belgelerden, bugün bazıları online ulaşılabilen, “Amerika Casus Yuvası Dokümanları” başlığı altında 77 cilt kitap yayınladı. Büyükelçilik rehineleri ise, Cezayir arabuluculuğunda Ocak 1981’de sağlanan Cezayir Anlaşması uyarınca 444 gün sonra İran’ın ABD bankalarında dondurulmuş varlıklarından 8 milyar doların serbest bırakılması karşılığında özgür kaldılar. Kriz bitmiş ama İran-ABD ilişkilerini tamamen koparmıştı.
Filmlerde oluyor ama Tabes Çölü’nde olmadı
Cezayir Anlaşması, Soğuk Savaş dönemi iki süper güçten biri olan ABD’nin aciz kalarak imzaladığı bir anlaşma idi. Bu süreçteki en büyük ABD fiyaskosu rehinelerin kurtarılması için dizayn edilen “Kartal Pençesi Operasyonu” operasyona katılan helikopterlerin kum fırtınası dolayısıyla birbirlerine çarpmalarıyla başlamadan bitmesi idi. Rehine krizi ve kurtarma fiyaskosu ABD’nin o dönem Başkanı Carter’ı ikinci dönem başkanlıktan edecekti.
REAGAN-İRAN GİZLİ UZLAŞMASI?
Burada Beni Sadr’ın yine bir iddiası var ve İran yönetimi içerisinden isimlerini saydığı kişilerin Carter’ın halefi olan Reagan ile “gizli bir uzlaşmaya” girdiklerini öne sürüyor. “Uzlaşmaya göre ABD Başkanlık seçimleri yapılana kadar rehineler serbest bırakılmayacaktı. Böylece Carter kaybedecek ve Reagan kazanacaktı, öyle de oldu” diyor Beni Sadr. Kayıtları kontrol ettiğimiz zaman Reagan’ın başkanlık yemini olan 20 Ocak 1981 tarihi ile rehinelerin İran tarafından serbest bırakıldığı gün aynı. Hatta bazıları çiçeği burnunda başkanın yemin etmesinden dakikalar sonra rehinelerin serbest bırakıldığını söylüyorlar ki bu da Beni Sadr’ın iddiasını güçlendiriyor. Aynı şekilde, ABD’nin İran’a ilk gizli silah satışının 1981’e denk gelmesi de tesadüf mü idi acaba?
İRANGATE
İran-Reagan “gizli” ilişkileri bununla da kalmayacaktı. Lübnan’da basılan haftalık Eş Şirağ dergisi 3 Kasım 1986’da bombayı patlatınca şarapnel parçaları Doğu’da İran, Batı’da Beyaz Saray’a kadar ulaştı. Daha sonraları “Watergate”den mülhem “İrangate” ya da “İran-Kontra meselesi” olarak anılacak bomba her iki tarafı da sallasa da, İran tarafında yıkım daha fazla oldu, kelleler alındı. En önemlisi de “devrim” sonrası bir dönem Devrim Muhafızlarına bağlı “Dünya İslami Kurtuluş Hareketleri” birimi başkanı Seyyid Mehdi Haşimi’nin birkaç kendisine yakın kişi ile birlikte idamı idi. ABD’liler ile gizli ilişkileri duyduğunda “Amerikalılar içimize sızmış” tepkisi veren Haşimi, Reagan’ın ekibi, İsrabüüilliler, İran yönetiminin dar bir kadrosu ve aracılardan başka kimsenin bilmediği bu ilişkileri Eş Şirağ dergisine sızdırmış ve yayınlanınca her iki ülkede de Pandora’nın Kutusu açılmıştı.
İran’ın cemal kaşıkçı hadisesi
Hıyanetle suçlanan Mehdi Haşimi, kendisine yöneltilen suçlamayı “Nefsime uydum, yoldan saptım” diyerek kabul edecek ve neticede bazı yakın çalışma arkadaşları ile birlikte idam edilecekti. Haşimi belki de o dönem Ayetullah Humeyni’nin resmen halefi olan ve kendisinin akrabalık bağları bulunan Ayetullah Muntazeri’yi korumak istemişti. İran’ın “Cemal Kaşıkçı” olayı diyebileceğimiz bir şekilde Haşimi idam edilerek susturulmuştu. ABD tarafında Reagan, İran’a, Lübnan’da Hizbullah tarafından alıkonulan rehineler karşılığında silah satmayı önce inkâr etmiş sonra, önce İsrail üzerinden sonra da doğrudan İran’a silah satışını kabullenmişti. ABD’de Reagan’ın suçlanan ekibi kendinden sonraki Bush döneminde affedilseler de İran’da durum farklı bir seyir izleyecekti.
İRAN’A SİLAH SEVKİYATLARI
Kaynaklara bakılırsa Reagan yönetimi ilk silah sevkiyatını işbaşına geldikten hemen sonra yani 1981’de yapmıştı. Yine o da büyükelçilik rehinelerinin bir diyeti olsa gerektir. Gizli ilişkiler deşifre oluncaya kadar da ABD, İran’a sekiz parti silah sevk etmişti. Reagan Yönetimi’nin Kongre’ye bile haber vermeden ambargoyu deldiği silah sevkiyatının rehineler karşılığı olduğu söylense de o dönem savaş halinde olan Irak ve İran’ın birbirlerini daha iyi yemeleri ve kaynaklarını tüketmelerine yönelik olduğunu da söylemek gerekiyor. Gerçekten de sekiz yıl süren savaş hem iki tarafı ve hem de Irak’ı destekleyen Körfez ülkelerini kaynaklarını kurutmuştur.
“İSLAM DEVRİMİ İHRACINA” ABD KATKISI
Savaş İran’ın iyice lehine dönmeye başladığında ise Irak’a kimyasal silah verip İran’ı savaşı bırakmaya mecbur etmişlerdir. Böylece zanlarınca “Devrim İhracını” engellemişlerdir. Halbuki, ABD Saddam rejimini yıkarak bir yerde İran’ın Orta Doğu’ya yolunu da açmış, Irak’ı altın tepsi içinde İran’a ikram etmiş ve “Devrim İhracına” katkıda bulunmuştur. ABD-İran ilişkileri süreci içerisindeki kayda değer üç konu daha vardır:
ABD İRAN YOLCU UÇAĞINI VURDU
Bunlardan bir tanesi, İran yolcu uçağının, Temmuz 1988’de ABD savaş gemisi tarafından Hürmüz Boğazı’nda füze ile düşürülmesi ve 290 yolcunun öldürülmesidir. ABD İran’a üzüntülerini bildirmiş ama özür dilememiş, taraflar 1996 yılında tazminat üzerinde anlaşmışlardır. Bir diğer konu ise İran’da “Bercam” olarak bilinen nükleer programla ilgili anlaşmadır ama Trump döneminde ABD tek taraflı anlaşmadan çekildi. Şimdi iki tarafta da anlaşmayı yeniden canlandırma çabaları gözüküyor.
KASIM SÜLEYMANİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ
İran-ABD ilişkilerinde önemli bir kırılma noktası da Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Irak’ta Bağdat havalimanı çıkışında ABD’liler tarafından öldürülmesidir. Süleymani’nin öldürülmesi bir yerde, Afganistan, Irak ve DAEŞ konularında olduğu üzere ABD’nin İran’la perde gerisi konjonktürel iş birliğini bitirdiği manasına gelmektedir. İslam Devrimi sonrası İran, “Büyük Şeytan (Şeytanı Bozörg)” olarak nitelediği, onun da kendisini “Şer Ekseninde” tanımladığı ABD ile kendi milli menfaatleri çerçevesinde perde gerisinde güçlü, maharetli ince bir diplomasi yürütmüş, meyvelerini de devşirmiş, devşirmektedir.