Şeki: İslâm kardeşliğinin ve tarihin izinde bir yolculuk

04:006/12/2024, Cuma
G: 6/12/2024, Cuma
Yusuf Kaplan

Azerbaycan seyahatimiz son derece verimli ve kardeşlik ruhunun zirve yaptığı bir havada geçti. MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov ile değerli eşi Firuze Hanım kardeşimin samimiyetleri ve ailelerinin gönüllerimizin fetheden kardeşlikleri, Bakü’de Semira Yusifova kardeşimin ve ailesinin güzel ev sahiplikleri, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki sınırların çoktan aşıldığının bir metaforu oldu. Azerbaycan seyahatimiz, Türkiye’nin nereye nasıl gitmesi gerektiğini, Türk ve İslâm dünyası ile ilişkilerini

Azerbaycan seyahatimiz son derece verimli ve kardeşlik ruhunun zirve yaptığı bir havada geçti. MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov ile değerli eşi Firuze Hanım kardeşimin samimiyetleri ve ailelerinin gönüllerimizin fetheden kardeşlikleri, Bakü’de Semira Yusifova kardeşimin ve ailesinin güzel ev sahiplikleri, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki sınırların çoktan aşıldığının bir metaforu oldu.

Azerbaycan seyahatimiz, Türkiye’nin nereye nasıl gitmesi gerektiğini, Türk ve İslâm dünyası ile ilişkilerini nasıl kurması gerektiğini gösteren çarpıcı ipuçlarını yakaladığımız güzel bir seyahat olarak iz bıraktı bizde. MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimin duyarlı, incelikli ve nefis kaleminden Azerbaycan seyahat izlenimlerimizi paylaşmaya devam ediyorum.

***

ŞEKİ’NİN DİRİ/LTİCİ İSLÂMÎ RUHU

Yolculuğumuz, adeta tarihin altın sayfalarında bir gezintiye çıkmak gibiydi. Azerbaycan’ın kuzeybatısında yer alan Şeki, İpek Yolu’nun ruhunu taşıyan, köklü bir geçmişe sahip bir şehir. Komünizmin yıkıcı etkisinden kalan Müslüman kimliğinde Selçuklu’nun ihtişamı, Osmanlı’nın zarafeti ve İslam dünyasının birleştirici ruhu sizi kucaklıyor. Bu yolculuğun ana motivasyonu, İslam kardeşliğinin izlerini sürmek, gönül bağlarını güçlendirmekti. Şeki’nin her köşesinde, geçmişten günümüze süzülen hikâyeler, ibret verici dersler ve samimi insanlarla karşılaştık. Yolculuğun her anında tarih, kültür ve kardeşlik adeta iç içe geçti.

İlk durağımız Cuma Mescidi oldu. Şeki’nin ruhunu anlamak isteyenlerin mutlaka görmesi gereken bu ibadethane, Selçuklu mimarisinin zarafetini yansıtan bir yapıya sahip. 18. yüzyıl öncesinde inşa edilen bu cami, Sovyetler döneminde zulmün ve taassubun gölgesinde, bir spor salonu olarak kullanılmış. Ancak bugün, yeniden bir ibadet ve ilim merkezi olarak kapılarını açmış durumda.

Burada, Şeki Hafızlık Okulu müdürü Abdurrahman Nuri Hoca ile tanıştık. Onun hikâyesi, Kur’an’a adanmış bir ömrün hikâyesiydi. 1992 yılında Osman Nuri Topbaş Hoca Efendi’nin destekleriyle açılan bu okulun ilk hafızlarından biri olarak, şimdilerde 270 öğrenciye rehberlik ediyor. Onun anlattığı, İslam’ın ilim ve hikmetle yükselen değerlerini yeniden hatırlatan bir konuşma, yüreğimizi derinden etkiledi.

Şeki’nin kalbinde yer alan Han Sarayı, Azerbaycan Türklerinin tarihindeki önemli dönüm noktalarına tanıklık eden bir yapı. Çelebi Han tarafından yazlık saray olarak inşa edilen bu eser, çivi kullanılmadan yapılmış ve bugün hâlâ orijinalliğini koruyor. Sarayın tavanında yer alan çeşitli figürler, sanat ve estetiğin zirvesini yansıtıyor. Ancak beni en çok etkileyen, tavandaki şu cümleydi: “Ben yazdım yadigar, ben kalmadım bu kaldı yadigar.” Bu söz, insanın faniliğini ve geride bıraktığı eserlerle anılacağını ne güzel ifade ediyordu.

Sarayın bahçesinde karşılaştığımız Telli teyze, içimizi ısıtan bir tebessümle, doğal bitki çayları satıyordu. Bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrendiğinde sevinci gözlerinden okunuyordu. Ayrılırken ettiği şu dua, bu yolculuğun ruhunu özetliyordu: “Türkiye’ye hayırla gidesiniz.”

Şeki’nin Kervansarayı, şehrin ticaret ve kültür merkezi olarak geçmişteki önemini günümüze taşıyan bir yapı. Selçuklu dönemine özgü mimarisi, burayı sıradan bir han olmaktan çıkarıp tarihî bir anıt hâline getiriyor. Burada, İpek Yolu boyunca taşınan malların izlerini sürerken, Şeki’nin çarşılarında dolaştık. Doğal ürünlerin, el işçiliğiyle yapılan bakır ve ahşap eserlerin sergilendiği bu çarşılar, şehirle bütünleşmenin en güzel yollarından biri.


ŞEKİ’NIN İSLÂMLA YOĞRULAN RUHU: CAMİLERİ

Şeki’de camiler var; her biri, şehrin İslam’la yoğrulmuş ruhunu temsil ediyor. Evvelden 36 olan cami arasında özellikle Cuma Mescidi ve Han Mescidi, bugün faal ve ayakta, tarihi ve mimarî özellikleriyle ön plana çıkıyor. Han Mescidi, 200 yıl önce inşa edilmiş ve Sovyet döneminde kapalı kalmasına rağmen, bugün ibadete ve ilme açık bir hâlde dimdik ayakta. Haydar Aliyev Fondu tarafından restore edilen bu cami, hareketli ve misafirperver bir imam olan Habil Veli’nin rehberliğinde yeniden hayat bulmuş.

Caminin hemen yanında yer alan medrese, Abdurrahman Nuri Hoca’nın bahsettiği altı medreseden biri. Bugün bir müze olarak kullanılan bu yapı, tarihe ve ilme duyulan saygının bir nişanesi. Eski zamanın izlerini taşıyan bir müze olarak faal durumda.

Tarih sayfalarını araladığınızda, Şeki’nin stratejik önemini ve Nuri Paşa’nın bu topraklardaki etkisini daha iyi anlıyorsunuz. Nuri Paşa, Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesinde büyük bir rol oynamış ve Şeki halkı tarafından derin bir sevgiyle anılmış. Onun hatırası, bu topraklarda hâlâ yaşıyor.

Şeki’ye yaptığımız bu seyahat, yalnızca bir şehir gezisi değil, aynı zamanda kardeşlik bağlarını yeniden keşfetme yolculuğuydu. Müslümanlar arasında kurulan gönül köprüleri, Şeki’nin tarihî ve kültürel zenginlikleriyle daha da pekişti. Bu şehirde geçirdiğimiz her an, bizi İslam dünyasının birliği ve beraberliği için daha çok çalışmaya teşvik etti. Telli teyzenin başka bir duası hâlâ kulaklarımızda: “Yorulmayasız.” Gerçekten de yorulmadık, çünkü bu yolculuk bizi hem tarihimize hem de kardeşlerimize yaklaştırdı.

Şeki, sadece bir şehir değil, geçmişle geleceğin, doğuyla batının buluştuğu bir kavşak noktası. Bu seyahat, İslam’ın aydınlık yüzünü ve Müslümanların birlik olma gerekliliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ve biz, bu ruhla bir günü daha sona erdirdik.

#Azerbaycan
#MTO
#Yusuf Kaplan