Azerbaycan Seyahati: Kardeşlik ve maneviyatın izinde bir medeniyet yolculuğu-1 

04:0029/11/2024, Cuma
G: 29/11/2024, Cuma
Yusuf Kaplan

Geçen hafta Azerbaycan’a güzel bir ziyaret gerçekleştirdik MTO talebesi kardeşlerimizle birlikte. MTO Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov’un daveti üzerine gerçekleştirdiğimiz leziz ziyareti MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimin ustalaşan kalemiyle aktarıyorum. YOLCULUK, RUHUN RABBE YAKLAŞMA ÇABASI Her yolculuk bir hikâye taşır ve her adım bir hikâyeyi başlatır. Bu kez Bursa’dan başlayıp Bakü’ye uzanan bir yolculuğun hikâyesi vardı önümde. Göklerin ağladığı bir akşamda, Bursa’nın ıslak sokaklarından

Geçen hafta Azerbaycan’a güzel bir ziyaret gerçekleştirdik MTO talebesi kardeşlerimizle birlikte.

MTO Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov’un daveti üzerine gerçekleştirdiğimiz leziz ziyareti MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimin ustalaşan kalemiyle aktarıyorum.  


YOLCULUK, RUHUN RABBE YAKLAŞMA ÇABASI 

Her yolculuk bir hikâye taşır ve her adım bir hikâyeyi başlatır. Bu kez Bursa’dan başlayıp Bakü’ye uzanan bir yolculuğun hikâyesi vardı önümde. Göklerin ağladığı bir akşamda, Bursa’nın ıslak sokaklarından Sabiha Gökçen Havaalanı’na doğru yola çıkarken, içimde hem bir heyecan hem de derin bir hüzün vardı. İslâm coğrafyasının farklı bir köşesinde insanlarla buluşacak, tarihin tozlu sayfalarına dokunacak ve kardeşlik bağlarımızın derinliğini bir kez daha hissedecektim.

İbn Arabi’nin şu sözüyle yola çıktım: “Yolculuk, ruhun Rabb’ine yaklaşma çabasıdır; her adımda insan kendine daha yakındır.” Bu yolculuk, coğrafyayı aşmak, tarihi ve maneviyatı yeniden keşfetmek içindi. Bir seyyahın ruhunda, her yeni yolculuk bir tevbe, bir yenilenme fırsatıdır. Bu bilinçle, Allah’a yakınlaşmak ve kardeşlerimizle aynı duyguları paylaşmak için yola koyuldum. 


SABIR SINAVI VE KARDEŞLİK AŞKI 

Sabiha Gökçen Havaalanı’na vardığımda Azerbaycan ekibinden ilk gelen bendim. Sabahın ilk ışıklarında bin bir güçlükle İstanbul’a ulaşan Yusuf Karakuş’la kucaklaşmamız, bu yolculuğun ne denli anlamlı olacağını hissettirdi, sevgi halkamız genişledi. Sonrasında Büşra Baysal Uçur ve Rana Kartancı’nın katılımı, ardından Yusuf Hoca’nın değerli eşi Gökçen Kaplan Hanım’la buluşmamız bu halkayı daha da güçlendirdi. Ancak ekip henüz tamamlanmamıştı; Şanlıurfa’dan Yusuf Hoca ve Samsun’dan Muharrem Abi, rötar yapan uçaklarıyla İstanbul’a ulaşmaya çalışıyordu.

Bu bekleyiş bir sabır sınavı gibiydi. Uçağa binmeden önce onların gelmesini beklerken, içimde büyük bir kararlılık vardı. Nihayet, saatler süren bekleyişin ardından, 02.40’ta Bakü’ye doğru havalanan uçaktaydık. Yorulmuş ama umut doluyduk. Gökyüzünde süzülürken gözlerimi kapattım ve rüzgârın uğultusunda bir dua fısıldadım: “Ya Rab, bu yolculuk bizi Sana ve kardeşlerimize yakınlaştırsın.”

Bakü’ye inişte, bizi Azerbaycan MTO ekibinden kardeşlerimiz karşıladı. Daha ilk anda gözlerindeki sıcaklık ve yüzlerindeki samimiyet, içimizdeki tüm yorgunluğu silip attı. Kucaklaşmalarımız, İslâm kardeşliğinin somut birer göstergesi gibiydi. Bu karşılaşma, Yunus Emre’nin şu sözünü hatırlattı bana: “Gel gönlümüze sefa geldin, kardeşlik aşkıyla geldin.”

Sabah namazı için Şehitler Camisi’ne doğru yola çıktık. Caminin huzur dolu atmosferinde saf tuttuk. Allah’ın huzurunda hep birlikte eğilirken, bu birlikteliğin ne kadar kutsal olduğunu hissettim. Namaz sonrası oluşturduğumuz kardeşlik halkası, yalnızca bir tanışma değil, gönüllerin birleştiği bir dua halkasıydı. Burada tanıştığım Vuqar, Raul ve Seyithan gibi isimler, her birinin farklı hikâyeleriyle bu buluşmayı anlamlı kılıyordu. İçimden sürekli tekrarladığım dua, dilimden dökülüverdi: “Allah’ım, kardeşlik bağlarımızı güçlendir ve bizi birliğinle dirilt.” 


BAKÜ'DE “İÇERİ ŞEHER” VE MANEVÎ ATMOSFERİ 

Bakü’nün kalbindeki “İçeri Şeher”, adım attığımız anda bizi başka bir zamana götürdü. Şehrin taş sokaklarında yürürken, her köşe başı tarihin izlerini taşıyordu. İlk durağımız, Şirvanşahlar Devleti’nin ihtişamını yansıtan Şirvanşahlar Sarayı oldu. Sarayın heybeti ve estetik zarafeti, bu topraklarda İslâm medeniyetinin ne kadar güçlü olduğunu hissettirdi. Ancak beni en çok etkileyen, sarayın avlusunda yer alan Seyyid Yahya Bakuvi Türbesi oldu.

Bakuvi’nin Halveti tarikatındaki yeri, onun tasavvufi düşüncesinin derinliğini ortaya koyuyordu. Türbede içimden geçen hisleri kelimelere dökmek zordu. İçimde, onun eserlerinden ve düşüncelerinden ilham alan bir huzur vardı. “Her nefes, Rabb’ini zikredenler için bir rahmettir” derdi Bakuvi. Bu söz, türbenin her taşında yankılanıyordu.

Sarayın doğu girişindeki Murad Kapısı, Osmanlı’nın bu topraklardaki izlerini somutlaştırıyordu. 1585-1586 yıllarında Osmanlı Padişahı III. Murad’ın emriyle inşa edilen bu kapı, Osmanlı-Şirvan ilişkilerinin kardeşlik üzerine kurulduğunu hatırlatıyordu. Kapının üzerindeki kitabeler, adeta bir dua gibiydi. Osmanlı’nın bu topraklardaki adalet anlayışı ve kardeşlik ruhu, kapının her taşında hissediliyordu.

Burada, “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” (Hadis-i Şerif) sözünün ne kadar anlamlı olduğunu bir kez daha idrak ettim.

Bir sonraki durağımız, Osmanlı askerlerinin hatırasını yaşatan Türk Şehitliği oldu. Bu topraklarda bağımsız Azerbaycan için can vermiş askerlerimizin her biri, adeta birer kahramanlık destanı yazmıştı. Şehitlikteki mezar taşlarını okurken gözlerim doldu. Nuri Paşa’nın önderliğinde Azerbaycan’a koşan bu askerler, İslâm ümmetinin fedakârlık ve vefa duygusunun en somut örneklerindendi. Dualarımı sessizce fısıldadım: “Ya Rab, bu topraklarda yatan kardeşlerimizi rahmetinle kuşat ve onları şehadet mertebesinde yücelt.”

Bakü’nün sokaklarında dolaşırken, birçok heykel ve anıtla karşılaştık. İlk durağımız, Azerbaycan müziğinin ünlü ismi Niyazi Hajibeyov’un heykeliydi. Müzik, kültürün evrensel bir diliydi ve Niyazi’nin eserleri bu dilin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Ardından, Azerbaycan’ın hayırsever iş insanı Hacı Zeynelabdin Tağıyev’in hikâyesini öğrendik. Müslüman kızlar için açtığı okul, onun İslam’a hizmet anlayışının ne kadar geniş olduğunu gösteriyordu.

Bir başka anıt, Aliağa Vahid’in heykeliydi. Gazellerinde tasavvufi bir derinlik taşıyan Aliağa Vahid, bize İslam’ın edebiyat ve sanatta ne kadar güçlü olduğunu hatırlattı.

Bakü’nün modern simgesi haline gelen Flame Towers, şehrin yenilikçi yüzünü temsil ediyordu. Ancak bu modern yapılar, tarihin geleneksel kimliğiyle yan yana duruyor, geçmiş ve geleceğin bir arada nasıl yaşayabileceğini gösteriyordu. Yusuf Hoca, bu durumu “Bakü’nün aslında nasıl şizofren bir kimliğe sahip olduğunu gösteriyor” diyerek izah etti.

Bakü’de beni en çok etkileyen yerlerden biri, Minyatür Kitaplar Müzesi oldu. Dünyanın en küçük Kur’an-ı Kerim’i, bilginin ve hikmetin değerini gösteriyordu. Burada sergilenen eserler, İslam dünyasının ilme verdiği önemi bir kez daha gözler önüne seriyordu. Bu müze, sadece bir koleksiyon değil, bir medeniyetin ruhunu yansıtan bir aynaydı.

Gün ortasında Türkiye Büyükelçiliği Din İşleri Müşaviri İhsan Açık hocamızla buluştuk. İhsan Hoca, sıcak karşılaması ve derin sohbetiyle gönlümüze dokundu. Sohbetinde İslam dünyasının birliğinin ne kadar önemli olduğunu ve bu birliği güçlendirmek için hepimize düşen görevleri dile getirdi. “Kardeşlik yalnızca bir kelime değildir; birlikte mücadele etmek, birlikte dua etmek ve birlikte yaşamak demektir,” diyerek hepimizi duygulandırdı. Bu sözler, zihnimde bir kıvılcım gibi yankılandı. İslâm ümmetinin birliği, Bakü’deki her adımda hissedilen bu manevî iklimin temel taşlarından biriydi.

#azerbaycan
#seyahat
#Yusuf Kaplan