Yeni sağ faşizm mi?

04:0030/11/2024, Cumartesi
G: 30/11/2024, Cumartesi
Ayşe Böhürler

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa sağının aldığı yüksek oylar, Amerika’da benzer fikirlere sahip bir kitleyle Trump’ın seçilmesi yeni sürüm bir sağ-muhafazakârlık-milliyetçilik konusuna dikkat çekiyor. Atilla İlhan’ın 1950’lerde sorduğu “Hangi sağ? Hangi sol?” sorularını 2024’te sorduğumuzda bildiğimiz ezberlerin dışında cevaplar karşımıza çıkıyor. Bu konuyu 11 Eylül 2001 sonrasında ortaya çıkan gelişmeleri takiple ama esas olarak 2010 yılından sonra gündeme gelen mülteci meselesi ve İslam

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa sağının aldığı yüksek oylar, Amerika’da benzer fikirlere sahip bir kitleyle Trump’ın seçilmesi yeni sürüm bir sağ-muhafazakârlık-milliyetçilik konusuna dikkat çekiyor. Atilla İlhan’ın 1950’lerde sorduğu “Hangi sağ? Hangi sol?” sorularını 2024’te sorduğumuzda bildiğimiz ezberlerin dışında cevaplar karşımıza çıkıyor.

Bu konuyu 11 Eylül 2001 sonrasında ortaya çıkan gelişmeleri takiple ama esas olarak 2010 yılından sonra gündeme gelen mülteci meselesi ve İslam karşıtlığı konularıyla birlikte izliyorum. Özellikle bu ilerlemenin değişken, esnek ve tutarlılık barındırmayan popülist siyaset dilini de takip ettiğimi söyleyebilirim. Ayrıca Avrupa’da kadın siyasetçilerin yeni sağın liderliğini yapmaları da konuya olan yakın ilgimin sebepleri arasında yer alıyor.

Avrupa sağı, Amerikan sağının yönlendirmesiyle, özellikle de dijitalleşmeyle birlikte siteler, bloglar, alt örgütlenmelerle birlikte gelişti. 11 Eylül 2001 sonrası İslamofobik grupların ortaya çıkması ve bunların ideologlarının Avrupa sağını sanal dünyada formatlamasını bir tohum olarak görebiliriz. Bu tohumlar 2010’a geldiğimizde yeşermeye başlamıştı.

Bunlardan birisi olan aşırı sağcı lider İsveç demokratlarının genel başkanı Jimmy Akesson, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana İsveç’e karşı en büyük tehlikenin Müslümanlar olduğunu düşünüyordu. Bir başka etkili aktör de Somali doğumlu Hollandalı Milletvekili Ayaan Hirsi Ali, kendisi aynı zamanda; Hollandalı film yönetmeni, Theo Van Gogh’un çektiği, İslam karşıtı “Teslimiyet” filminin senaristi…

Film görücü usulüyle evlenmeye zorlanan bir Müslüman kadının öyküsünü anlatıyor. Filmin yönetmeninin bir Faslı tarafından öldürülmesinden sonra, tehdit alan Ayaan Hirsi Ali, ABD’ye yerleşti. American Enterprice Institute (Amerika’daki yeni muhafazakârları barındıran düşünce kuruluşu) tarafından el üstünde tutuldu. Time Dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 insanından biri seçildi. 27 Mayıs 2013’te The Wall Street Journal’da “Bütün Müslümanları terörizmle özdeşleştirmek yanlış. Ancak İslam’la terör arasında bir bağ olduğunu kabul etmek gerekiyor” ifadeleri Müslümanlara karşı oluşturulan kamuoyunda oldukça prim yaptı. Amerikan sağının Avrupa sağını etkilediğini gösteren birçok örnek ekleyebiliriz.

Alev Alatlı yeryüzünde hiçbir sosyal gelişme döneminin fizik ve bilimsel gelişmelerinden bağımsız olmadığını söylerdi. Bu çerçeveden baktığımızda, bugün sağ 1930’ların yükselen sağı gibi monoblok kütle değil, değişken, esnek ve bağımsız hareket etme kabiliyetine sahip. Burada artık her şey siyah ya da beyaz değil, bazen öyle bazen böyle. Fuzzy/saçaklı mantık ve dijital teknolojiyle şekillenen yeni sağa biçim veriyor.

Milliyetçi ama, ırkçı ama, dindar ama! Trump ile birlikte Siyonist ibaresi eklenen bir aşırı sağ hareket üzerine çalışmayı geleceği anlamak açısından önemli buluyorum.

Tüm bu sebeplerle Trump’ın seçilmesinin ardından yapılan analizler içinde en çok dikkatimi çekenlerden birisine dair notlar paylaşmak istiyorum. Sinan Baykent, Independent Türkçe sitesinde yayınlanan “Yükselen Batı Sağının Kökleri” isimli yazısında önemli noktalara işaret ediyor.

Baykent özetle şunlara dikkat çekiyor:

Yeni sağ ile faşizm özdeş değil, benzerlikler olsa da aynı şey değiller. Etiketleme diktası düşünme tembelliğiyle kolaycılık yapıyor. Günümüzde sağ, Woke kültürüne ve onun totaliter emellerine karşı örgütleniyor. Ana şablon şu: Devlet aygıtı, küreselciliğin woke virüsüyle enfekte olmuş elitler tarafından ele geçirilmiş durumda. Bu zümre, hayatın her anını tasarlayıp denetlemek istiyor. Sıradan insanların temel özgürlüklerini hedefleyen bir neo-mutlakiyet anlayışına karşı milletler direnmek zorunda. Aksi takdirde kimliksizleşecek, cinsiyetsizleşecek, bağlarından kopacak, tarihten silinip yeniden formatlanacak, gelecekleri tek tipleştirilecek, kendi bedenleri üzerindeki iktidarlarını dahi kaybedecek, özerk varlıkları bu zümrenin avucundaki “Leviathan” tarafından örgütlenecek…

Burada yazara bir ilave katkı olarak, bu yeni özgürlük meselesini ve Leviathan’ın önemini Süleyman Seyfi Öğün ve Alev Alatlı ile yaptığımız programdan bir notla bitireyim.

“Modern Avrupa tarihini feodaliteyle başlatmak son derece önemlidir. Onun içinde ağır bir kilise baskısı var. Bu nedenle adamların özgürlük tutkusunu anlayabiliyorum. Özgürlük deyince biraz aslında ‘mistifiye’ etmiş gizemselleştirmiş oluyor. Bence aydınlanmanın en önemli vurgusu, cüret etme hikâyesi. Burada cüret etme, cesaret bulma meselesi. Modern devletin Thomas Hobbes’un anlattığı Leviathan gibi muazzam bir cihazla iki türlü baş etmek mümkün. Bir, buna açıkça itiraz etmek ve başkaldırmak. İkincisi, buraya nüfuz ederek bunu dönüştürmek”…

Sanırım yeni sağ her iki yolu da deniyor. Konunun devamını Baykent’in yazısından mutlaka okuyun.

#politika
#Avrupa Parlamentosu
#Faşizm