Geçtiğimiz haftalarda Almanya’ya 3.5 milyar avroluk füze savunma sistemi satarak ordusunun reklamını yapan ülke, sınırından basit teçhizatla Filistinli savaşçıların geçişine engel olamadı. Kitaplara, belgesellere konu olan ve “efsanevileşen” Mossad, bu sefer bir istihbarat zafiyeti yaşadı. Öyle ki, bu yazının yazıldığı saatlerde İsrail’in Sderot’taki karakolu, halen daha Filistinli silahlı grupların elindeydi.
Hamas’ın, beraberinde diğer Filistinli silahlı örgütlerin desteğiyle birlikte başlattığı ve “Aksa Tufanı” adını verdiği saldırı, İsrail’in 1948’ten bu yana yaşadığı en büyük kırılma noktalarından biri oldu. Hadisenin, hemen akabinde üç tane tarihi referans noktasına başvurularak açıklanmaya çalışıldığını görüyoruz.
Kimileri bu saldırıyı “kendi sınırlarında” yaşamış olması sebebiyle “İsrail’in 11 Eylül’ü” olarak nitelendirdi, kimisi de yeni bir İntifada olarak gördü. Nitekim 2000’de başlayan İkinci İntifada’nın bir diğer adı da “Aksa İntifadası”ydı. Ancak tartışmalara yol açmasına rağmen, İsrail toplumunun yaşadığı korku ve paniğin boyutunu hesap ettiğimizde bu durumu tam da 50 yıl sonra gelen İkinci Yom Kippur Savaşı olarak adlandırabiliriz.
EN BÜYÜK ŞOK
Elbette bu sefer durum biraz farklı. Bu sefer konvansiyonel güce sahip ve de işgali sonlandırmadan “barış” anlaşmasıyla ilerleyen yıllarda ittifak kurabileceği Arap ülkeleri değil, yıllardır abluka altında boğulmasına yüz tuttuğu, askeri üstünlüğüne güvenerek hafife aldığı Gazzeliler, İsrail’i şoka uğrattı.
2005’ten beri Gazze ile İsrail arasında yaşanan çatışma artık belli bir “rutin” hal almıştı. İsrail, işgal altındaki Doğu Kudüs’te veya Batı Şeria’da tansiyonu yükseltecek bir hamlede bulunur, Gazze’den buna tepki olarak füze atıldığında karşılık olarak ağır bir hava bombardımanında bulunur ve nihayet Mısır’ın arabuluculuğunda varılan ateşkesle sakinliğe kavuşurdu.
Ancak bu bombardımanları Sderot’ta aileleriyle piknik yaparak seyreden İsrailliler, bu sefer piknik yaptıkları yerde ellerinde silahlarla Filistinlileri görünce büyük bir paniğe kapıldılar. İsrail’in devlet televizyonu Kanal 11’e canlı yayında konuşanlar, diğer füze saldırılarında sığınakta “hayat devam ediyor” açıklamalarında bulunurken bu sefer röportaj esnasında fısıltılarla, kendilerini gizleyerek konuşmak durumunda kaldı. Yaşanan şok öyle büyüktü ki, Mayıs 2021’deki savaşta 11 günde atılan 4300 füzenin aksine bu sefer sadece bir kaç saatte atılan 5000 füze bile gölgede kaldı.
BİR “SÜPER GÜÇ”ÜN ÇÖKÜŞÜ
Tıpkı 1967 savaşından sonra Arap ülkelerinin onlarla savaşı göze alamayacağını düşünen ancak 1973’te bunun tersini yaşayan İsrail, bugün de tüm yumurtalarını yalnız askeri üstünlük sepetine koyma stratejisinin çöktüğüne şahit oldu. Hamas ve diğer silahlı örgütler çok daha uzun soluklu bir planla, hem de Demir Kubbe’yi ve tünelleri tarayan sensörleri bertaraf ederek ve savaşı 1948 sınırları içerisine taşıyarak yeni bir denklemi ortaya çıkardı. Bu yeni durum ve getirdiği panik, İsrail ordusunun beklenenden çok daha geç ve de etkisiz bir cevap vermesine de neden oldu.
Son yıllarda toplum nezdinde “en güvenilir” kurum olan, işgaldeki müesses nizamın baş aktörü ve 1973’te Mısır’da ve 2006’da Lübnan’da karizması fena çizilmiş olmasına rağmen, 1967’deki savaştan sonra bölgede yenilmezlik sanrısını halen daha sürdürebilen, Amerikan destekli İsrail ordusu, hem de en yoğun güvenliğe sahip Gazze sınırından beklemediği ölçüde bir darbe yedi.
Geçtiğimiz haftalarda Almanya’ya 3.5 milyar avroluk füze savunma sistemi satarak ordusunun reklamını yapan ülke, sınırından basit teçhizatla Filistinli savaşçıların geçişine engel olamadı. Kitaplara, belgesellere konu olan ve “efsanevileşen” Mossad, bu sefer (tıpkı 1973’teki gibi) bir istihbarat zafiyeti yaşadı. Öyle ki, bu yazının yazıldığı saatlerde İsrail’in Sderot’taki karakolu, halen daha Filistinli silahlı grupların elindeydi.
İÇ SİYASETTE YENİ DÖNEM
İsrail’in yaşamış olduğu bu son güvenlik zafiyetinde son yıllarda iç siyasette cereyan eden hadiselerin de büyük payı olduğu söylenmelidir. Hükümet 10 ayı aşkın bir sürede yargı reformuna yönelik Tel Aviv merkezli bir gösteri dalgasıyla karşı karşıyaydı. Yine 2019’dan bu yana ülkede 5 seçimin yapılması ve sonuncusuyla birlikte aşırı-sağın merkezinde yer aldığı bir kabinenin kurulması, İsrail’in odağının, son iki yıldır sakin olan Gazze’den kaymasının önünü açtı.
Hatırlanacağı üzere, 1973’te savaş devam ederken yapılan seçimleri liderliğini yürüttüğü İşçi Partisi kazanmış olmasına rağmen Golda Meir, savaştaki ihmallerden ötürü seçimden kısa bir süre sonra istifa etmek durumunda kalmıştı. 4 yıl sonra da Likud’un zaferiyle 30 yıllık sol hegemonyasını bitirecek tarihi 1977 seçimleri olacaktı.
An itibarıyla 700’den fazla İsraillinin öldüğü ve yüzlercesinin esir edildiği bu saldırıdan sonra, iç siyasette buna benzer bir olayı görmek kaçınılmaz olacaktır. Büyük çaplı bu saldırının üzerinden 4 saat geçmiş olmasına rağmen, sosyal medyayı aktif kullanan bir başbakanın, salt “savaştayız” temalı açıklaması Netanyahu ve hükümetine yönelik tepkilerin zirve yapmasına yol açtı. Kendisini hep “güvenlikçi” imajıyla pazarlayan Netanyahu, muhtemel bir erken seçimde bu kez geri gelemeyecek şekilde nihai bir yenilgi alabilir.
ÜRKÜTÜCÜ SENARYO
Ancak asıl ürkütücü senaryo olarak, gün geçtikçe nüfuzunu arttıran aşırı sağ ve Itamar Ben Gvir, Bezalel Smotrich gibi aktörlerin, iktidarın küçük ama önemli müttefiği olmakla yetinmeyip doğrudan iktidara gelişlerini bile görebiliriz. Daha şimdiden bu muhteris tavırlarından ötürü, Ulusal Güvenlik Bakanı olmasına rağmen, Başbakan Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant tarafından önemli güvenlik toplantılarına çağrılmayarak dışlanan Ben Gvir, Batı Şeria’da yeni bir gerçekliğin önünü açabilir.
Bu bağlamda C bölgesinin kısmen ilhakına ve hatta şimdilik askıda duran Ulusal Muhafız gücünün artık hayata geçirildiğine şahit olabiliriz. Halihazırda müesses nizamın güvenlik kurumlarıyla gerilimli ilişkilere sahip olan Ben Gvir, bu ihmaller zincirinden istifade ederek kendi hegemonyasını kurmak isteyecektir. Bundan yalnız Batı Şeria’daki Filistinliler değil, İsrail vatandaşı Filistinliler de etkilenecektir…