Bu hafta itibarıyla yükseköğretimde de dersbaşı yapıldı. Hayırlı ve uğurlu olsun. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, 1933 yılında ilk açılan İstanbul Üniversitesi’nden bugüne üniversite sayısı 108’i bulmuştur. Her ile bir üniversite açılmış ve toplam öğrenci sayısı 8 milyonu aşmıştır. YÖK’ün verilerine göre devlet ve özel vakıf üniversitelerinde 34 bin profesör, 23 bin doçent, 44 bin doktor öğretim üyesi, 37 bin öğretim görevlisi, 47 bin araştırma görevlisi olmak üzere toplam 185 bin öğretim elemanı görev yapmaktadır. Toplam öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı neredeyse 40’ı bulmaktadır. Bu rakam hızlı artan üniversite ve öğrenci sayısına karşın öğretim elemanı sayısının az oluşu eğitim ve öğretimde nitelik sorunu ortaya çıkartmaktadır.
BİLGİ TOPLUMUNA DOĞRU GİDEN YOL AÇILMALI
Diğer yandan 2007 öncesi üniversiteler ile 2007 sonrası yeni açılan üniversitelerde çalışan öğretim elemanlarının ücret dengesizliği de vardır. Yeni açılan üniversitelere öğretim elemanlarının gitmesi için yapılan bu teşvik ücret ilavesi büyükşehirlerde yaşayan üniversite hocaları için ciddi bir dengesizlik yaratmaktadır. Öğretim elemanlarının ücret düşüklüğü bu alana nitelikli insan kaynağının gelmesine de engel olmaktadır.
Üniversitelerin asli unsuru şüphesiz öğretim üyeleridir. Üniversitelerin kalite ve başarısını öğretim üyesi belirler. Dünyanın en iyi üniversiteleri, düzeylerini korumak ve yükseltmek için en başarılı ve yetenekli öğretim üyelerini bünyesine almaya, başarısını devam ettirmeyenleri de bünyesinden atmaya çalışır. İstanbul ve Ankara’da yoğunlaşan vakıf üniversiteleri, uzun yıllar içinde yetişmiş öğretim üyelerini transfer ederek devlet üniversitelerindeki öğretim üyesi açığını arttırmaktadır. Bunu da cazip ücret teklifleri ile gerçekleştirmektedirler.
Türkiye’nin önemli meselelerinden biri de bilim ve üniversite meselesidir. Türkiye’nin ileri teknoloji üretmesi ve milli gelirini yükseltmesi, daha eğitimli ve refah düzeyi yüksek bir toplum olabilmesi için üniversite meselesini halletmesi gerekir. Bu alanda yapılan bazı gelişme ve üretimler çok önemlidir ancak yeterli değildir. Türkiye’nin de orijinal bilgi, teori/kuram ve Ar-Ge üreten üniversitelere ihtiyacı vardır. Bu aynı zamanda bilgi toplumu olma yolunda önümüzü de açacak en önemli husustur.
YENİ STRATEJİLER GELİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ
Uzaktan eğitim (öğretim dense daha doğru olur) üniversitelerin işleyiş, yapısında ve eğitimin paradigmasında Türkiye’de ve de dünya da zorunlu olarak önemli değişikliğe sebep olmuştur. Eski yöntemlerle eğitim ve öğretimin yapılması ciddi bir şekilde sorgulanır hale gelmiştir. Yeni döneme göre bir takım politika ve stratejiler geliştirmek mecburiyetindeyiz. 21. yüzyılın başlangıcında iletişim çağının akıllara durgunluk veren baş döndürücü hızla ilerleyen iletişim teknolojileri çağında, bilgisayar, biyoteknoloji, nanoteknoloji, endüstri 4.0, 5.0, yapay zekâ, insan ve diğer canlıların genlerinin haritalarının çıkarılması gibi alanlardaki gelişmeler geometrik olarak diğer bilim alanlardaki gelişmelere katkıda bulunmaktadır.
Bugün üniversitelerde yaşadığımız en büyük sıkıntılardan biri, geleceğin akademisyenlerini tanımada ve seçmede gösterdiğimiz zafiyettir. Sayısal verilere dayalı olarak yapılan akademisyen adayı seçimi entelektüel birikimi ve kişinin yetişme tarzını tanımaya yetmemektedir. Mülakat yoluyla alımlarda da suiistimaller maalesef bir başka zafiyettir.
PLANLAMA ŞART!
Yükseköğretim bir ülkenin gerek duyduğu nitelikli insan gücünün yetiştirilmesinde, bilginin üretilmesinde ve topluma hizmette önemli bir yapıdır. Üniversitelerin yükseköğretim hizmeti sunan bir eğitim kurumu olarak, ulusal ve uluslararası eğitsel, sosyal, ekonomik, siyasal ve teknolojik değişmelere ayak uydurması gerekir. Üniversitelerden eğitim öğretim, bilim ve teknoloji alanlarındaki değişmeleri yönetmesi ve daha da önemlisi bu alanlardaki değişmelerin başlatıcısı olması beklenir. Üniversitelerin değişimi yönetmesi ve öncelikle kendisinden beklenen değişimi başlatabilmesi için bugünden geleceği görüp buna göre kararlar alıp, planlama yapması ve uygulaması icap eder.
Eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve topluma hizmet görevlerini üstlenen üniversitelerin bugünden gelecek için önceliklerini belirlemesi büyük önem taşır. Günümüzün değişen koşullar nedeniyle değişime uyum sağlama, değişimi yönetme ve değişimde başlatıcı olmada stratejiler değişmiş ve çok çeşitlenmiştir. Değişen stratejilerle birlikte planlama artık yalnızca tümdengelim yöntemine dayalı teorik ve analitik temelli modellere dayanmamaktadır. Eğer yüksekokul ve üniversiteler gelecek yıllarda daha az sorunla baş etmek istiyorlarsa güçlü planlamayı yapmamız gerekir. Bu planlamada nicelik ve nitelik boyutu bir arada değerlendirilmelidir. Üniversiteler güçlü planlamayla hem değişimi başlatmada hem de değişimi yönetmede daha etkili olacaklardır. Aksi takdirde uluslararası hale gelen yükseköğretim de kurum olarak sıradan herhangi bir yapı haline gelecektir.
Çağdaşlaşmanın ve gelişmenin doğru eğitim ve yetişmiş insan gücüne dayandığı açıkça ortada iken üniversitelerimiz hala istenilen düzeyde değildir. Merhum Erol Güngör’ün, “Üniversiteler memleket meseleleriyle değil, bu meseleleri çözecek kalitede insan yetiştirmekle uğraşırlar.” Sözü bugün de geçerliğini korumaktadır. Dünyadaki gelişmenin motoru olan eğitim-bilim-sanat-teknoloji ve üretim alanında çağdan kopmamak için üniversiteleri günün ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırmamız vaciptir. Gerisi laf-ı güzaftır…