Buralı olmanın tek yolu, nüfus vesikasındaki doğum adresi değildir. Buralı olmanın yolu kalben burayı sevmek ve zihnen ait olmaktan geçer. Göç coğrafyalarında kimlik vesikaları farklı coğrafyaları işaret etse de bir arada olan toplulukların davranış ve düşünce kodları aynı noktaya bakıyorsa ancak sorunlar çözülebilir. Değişim ve entegrasyon, demografik çalışmaların yanında uyum süreci ile mümkün olmaktadır.
Hicret, iki farklı kitlenin yalnızca din temelinde bir arada yaşama tecrübesini ortaya koyduğu, İslam tarihinin en büyük sosyal gelişmelerinden biridir. Yeni düzenle beraber yenilenen iktisadi, içtimai ve siyasi yapı; ortak paydalarda bir araya gelinen ve problemlerin suhuletle çözüme kavuştuğu bir dönemin kapsını aralamıştır. Bu dönem boyunca Peygamberimiz’in öncülüğündeki idare mekanizması; kardeşliğin, paylaşmanın ve birlikteliğin en güzel örnekliğini, ilerleyen nesillere miras olarak bırakmıştır.
Hicret, bu kardeşlik atmosferinde problemlerin hiç yaşanmadığı bir dönem değildir. Hem ensar hem de muhacirlerin içinde yeni düzene adapte olmakta zorlananlar olduğu gibi, zaman zaman sorunlar da yaşanmış ve ortaya konan prensipler neticesinde bunlar aşılmıştır.
KARŞILIKLI FEDAKARLIK
Ensarın ve muhacirlerin güzel ahlakı, günümüzde hicretin mevzubahis olduğu sosyal değişimlerde öne çıkarılırken, iki topluluğun birbirlerine nasıl yaklaştığı zaman zaman göz ardı edilmiştir. Ensarın cömert ve fedakâr tutumunun yanında muhacirler de sosyal düzene uyum sağlayarak, şehrin yapısal düzeninin devamı için yük olmamak adına en az Ensar kadar fedakarlık göstermiştir. Fedakarlıklarla beraber, kaynaşmanın Peygamberimiz öncülüğünde yapıldığını da unutmamak gerekir. Zira, hicret ve sonrası yaşanan problemlere baktığımızda, her iki topluluğunda sorumluluk ve haklarının peygamberimiz tarafından hassasiyetle gözetilmesi, bu dengeyi korumuştur. Karşılıklı adımlar, Asr-ı Saadet’ten günümüze bir arada yaşama tecrübesine dair pratik örneklikler ortaya çıkarmış, hicretin özünü gözler önüne sermiştir.
Göç edenlere olan yaklaşımımızda özellikle ensar-muhacir kavramsallaştırılması sıklıkla kullanılır. Umut edilen toplum dokusu itibarıyla doğru bir tarihsel vurgu olsa da, sorumluluğun yalnızca tek bir tarafın üzerinde tutulmasıyla bu durum, tarihi olgularla tam olarak örtüşmeyen bir benzetmedir. Bu benzetmenin eksik ve fazla yanlarını ortaya koyabilmemiz adına ensar-muhacir ilişkisine biraz bakmamız gerekmektedir.
Şüphesiz ensarın fedakârlıkları, sayıları ilerleyen dönemlerden milyarın üzerinde olacak bir İslam topluluğunun özünü oluşturdu. Aynı fedakarlıkların muhacirler tarafından da yapılıyor olması, sosyal düzenin sağlanmasının anahtarı oldu. Hicrette fedakârlıklar daima karşılıklı oldu. Günümüzdeyse konuyu sadece sınırlı bir ensar-muhacir perspektifinden ele almak yetersiz kalacağı gibi, yabancılara dair yaklaşımda; gelenleri sadece kaçak göçmen gibi değerlendirmek konunun özünü ıskalamaya neden olmaktadır. Süreci bu iki uç üzerinden okumak, doğru adımların atılmasının önüne set çekmekle beraber hicretin özündeki ilkelerin uygulanmasını ertelemektedir. Gün geçtikçe daha da hassaslaşan düzen problemi, hicretin ilkelerinin doğru bir anlayışla tatbiki olmadığı sürece, Türkiye adına daha farklı sorunlara gebe gözükmektedir.
SURİYE HÂLÂ KARANLIK
Göçlerle beraber ekonomik, kültürel, siyasi ve toplumsal değişimler, içinde olunan toplumun yapısını etkiler. Türkiye, bu anlamda özellikle Arap Baharı ile beraber yapısal değişikliklerin en çok hissedildiği birkaç ülkeden biri, belki de en fazlasıdır. Bu etkiler, zaman zaman toplum dokusuna ve merhamet iklimine aykırı vaziyette neticelenen hareketlenmeler gösterebiliyor. Oldukça hassas yaklaşılması gereken bu gelişmelerin karşısında siyasilere, kurum ve kuruluşlara, kanaat önderlerine, medyaya önemli sorumluluklar düşmektedir. Sorumluluklara geçmeden önce, göçün ne olduğu konusunda toplumun büyük kesiminde soru işaretleri olduğu göze çarpmaktadır.
Göç geri dönülen bir olgu değildir. Tarihin herhangi bir kesiminde göç edenlerin içinde dönenlerin çoğunluğu oluşturduğu bir hareket var mıdır bilinmez. Bu sebeple gerçekliğe uygun adımlar atmak, itidalli bir seçenek olacaktır. Bu gerçek yokmuşçasına faşizmin bayraktarlığını yapanların, kaosa ne denli fayda sağladığı ise aşikardır. Bunun için sınırın öte tarafındaki gerçeklikleri de iyi görmeliyiz. Kiralık isim ve kalemlerle güzelleme yapılan rejimin, aydınlığa hiç yaklaşmadığını bilmek, belki bu konuda bizleri hakikate biraz daha yakınlaştıracaktır. Sınırın öte yakasında yıllardır ekilen tohumları hiçe sayılırcasına ortaya konan beklentiler, son dönemde oldukça başarılı profil çizen hariciyenin emeklerinin boşa gitmesi riski de taşımaktadır.
Elbette sorunun kaynağındaki nedenler, irdelenip çözüme kavuşturulmaya çalışılacaktır. Lakin gelinen noktada ödetilmek istenen bedel, toprakları rejim tarafından yakılıp yıkılmışlara, geri dönecek yeri olmayan masumlara ödetilmemelidir. Kanunlara uymayan ve toplum dokusunu zedelemeye çalışanlarla, entegrasyona dahil olanlar muhakkak birbirinden ayrılmalıdır.
ORTAK AKLA İHTİYACIMIZ VAR
Buralı olmanın tek yolu, nüfus vesikasındaki doğum adresi değildir. Buralı olmanın yolu kalben burayı sevmek ve zihnen ait olmaktan geçer. Göç coğrafyalarında kimlik vesikaları farklı coğrafyaları işaret etse de bir arada olan toplulukların davranış ve düşünce kodları aynı noktaya bakıyorsa ancak sorunlar çözülebilir. Değişim ve entegrasyon, demografik çalışmaların yanında uyum süreci ile mümkün olmaktadır. Vakıayı sadece sorunlar üzerinden değil, bu dengeler üzerinden masaya yatırdığımızda şüphesiz çözüm daha berrak hale gelecektir. Toplumsal düzenin bozulmasının, doğrudan yabancı karşıtlığına zemin hazırladığı düşünüldüğünde, henüz geç olmadan aklı selim bir şekilde bunların üzerine düşünmeliyiz.
Ortak akla bu yüzden ihtiyacımız var. Muhacirlere eza verilmemesi, ensarın da müspet tutumunun devamlılığı için çözümlerin üzerine konuşmak gerekiyor. Yabancı karşıtlığının bu kadar arttığı bir dönemde bunları konuşmamız elzem. Planlı ve doğru adımlar gelecek yıllar adına kazanımlar olarak geri dönecektir.
Siyasiler, kanaat önderleri, kurumlar aracılığı ile muhtemel krizlere adalet ve hakikat temelinde çözümlerin hızlandırılması gerekmektedir. Göçlerin karşısında toplumsal tavır ortaya konurken, uygulanabilirlik ve karşılıklı sorumluluklar açısından hicret yeniden hatırlanmalı, toplumsal manada pratik karşılıkları tatbik ettirilmelidir.