Ne İslam İşbirliği Teşkilatı ne Arap Birliği ne de mevcut herhangi bir uluslararası örgüt, bölgedeki İsrail sorununun çözümünde yeterli sonuçları üretecek bir aksiyon almamakta veya alamamaktadır. Bu nedenlerle Filistin’de İsrail sorununun çözümü için yeni bir garantörlük mekanizması ya da alternatif mekanizma ihtiyacı açık şekilde ortadadır.
Filistin topraklarında 1947 yılından itibaren İsrail işgalinin oluşturduğu sorun, 7 Ekim tarihinde Hamas’ın askeri yapılanması Kassam Tugayları’nın başlattığı Aksa Tufanı operasyonuyla güçlü bir direnişle karşılaşmıştır. 2006 yılındaki seçimlerde Filistin halkının oyları ile seçilen Hamas Partisi’ni diplomatik ve siyasi zeminde muhatap alması gereken İsrail, yine diplomasi dışı yöntemleri tercih etmiş ve örgüt gibi davranarak Hamas’ı bir terör yapılanması olarak lanse etmeye başlamıştır. Operasyonun şu ana kadarki sonuçları ve yansımaları bakımından İsrail işgaline karşı tepkiler, Filistinlilerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine yeni bir boyut kazandırmış ve İsrail işgalinin sınır tanımaz gidişatına dur denmesi için dikkatleri bölge üzerine çekmiştir.
DÜNYA FİLİSTİN’DEN YANA
Bugünkü tabloda dünya kamuoyunda İsrail tarafının tutum ve davranışları, Filistin’de yaşanan sorunların temel sebebi olarak görülüyor. Bu konuda BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in söyledikleri durumu açık şekilde gösteriyor. Guterres, hiçbir şeyin sivillerin kasıtlı olarak öldürülmesini, kaçırılmasını ya da Hamas’ın sivil hedeflere roket fırlatmasını haklı gösteremeyeceğini ancak Hamas’ın saldırılarının “durup dururken gerçekleşmediğini” kabul etmenin önemli olduğunu söylemiştir. Ayrıca Filistin halkının 56 yıldır boğucu bir işgale maruz bırakıldığını belirten Guterres, Hamas’ın saldırılarının Filistin halkının cezalandırılmasını haklı gösteremeyeceğini ifade etmiştir.
İsrail, Aksa Tufanı sonrası savaş kuralları ve uluslararası hukuku hiçe sayan tüm eylemleri ger- çekleştirmiştir. Önce Gazze’nin elektriğini ve suyunu kesen İsrail, 27 Ekim akşamı Gazze ile tüm iletişim ve etkileşimi kesen ağır saldırılar gerçekleştirmiş ve yaptığı katliamları adeta dünyanın görmesini engellemeye çalışmıştır. Bu ağır saldırıların meydana getirdiği dram sonrası BM Genel Kurulu’nda Gazze’de “acil, kalıcı ve sürekli bir insani ateşkes çağrısı ve çatışmaların durdurulması karar tasarısı” oylamaya sunulmuştur. Oylamada ABD ve İsrail başta olmak üzere toplam 14 ülke karar tasarısına ret oyu kullanmıştır. 45 ülkenin çekimser kaldığı oylamada 120 ülkenin kabul oyuyla tasarı kabul edilmiştir. İsrail ise ABD’nin de verdiği destekle etki altında bıraktığı ülkelerin ret oyu verdikleri ancak 120 ülkenin onayıyla yaşanan insanlık dramının önlenmesi için alınan bu kararı alçakça olarak nitelendirmiş ve reddettiğini açıklamıştır.
İsrail’in orantısız güç kullanarak sivillere yönelik artan saldırılarının ardından devam eden dünya çapındaki protestolar Türkiye, İngiltere, Hindistan ve Endonezya gibi ülkelerde milyonlarca insanın İsrail karşıtı eylemlerine neden olmuştur. Pek çok ülkede de geniş çaplı protestolar düzenlenmiştir. Ayrıca dünya çapındaki büyük medya ve sosyal medya kuruluşlarının İsrail’in katliamlarını göz ardı eden yaklaşımlarına rağmen başarılı olamadıkları görülmüş, Katar ve Türkiye’deki medya kuruluşları ve dünya çapında bireysel kullanıcıların katılımıyla dünyanın İsrail katliamlarını görmesi sağlanmıştır.
BM, İSRAİL’E DUR DİYEMİYOR
Her ne kadar İsrail ve baş destekçisi ABD ile İsrail’e destek veren bazı Batılı ülkeler, İsrail katliamlarını görmezden gelmeye ve normalleştirmeye çalışsa da dünya kamuoyu ve BM’ye üye ülkelerin büyük çoğunluğu İsrail’in hukuk dışı eylemlerinin durdurulması gerektiğini düşünüyor. İsrail’in hukuk dışı eylemleri açık şekilde dünya tarafından tecrit ediliyor ancak bu söylem ve kararlar, İsrail üzerinde önemli bir baskı oluştursa da beklenen sonuçları ortaya çıkarmıyor.
Son günlerde İsrail, hastaneleri, camileri ve kiliseleri hedef alıp bebek, kadın ve yaşlılar başta olmak üzere savunmasız sivilleri bombalamış, uluslararası hukuk ve savaş kurallarını ihlal ederek Orta Doğu’da ve dünyada güvenlik ve barışı tehdit eden katliamlarını sürdürmüştür. Buna mukabil ABD öncülüğünde İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya ise bir koalisyon halinde İsrail’e destek vermiştir. Dünyada büyük bir tepki toplamasına rağmen İsrail’in katliam ve soykırıma varan saldırıları, bu Batılı ülkeler tarafından görmezden gelinmektedir. Bugünkü uluslararası sistemin en büyük çatı kuruluşu Birleşmiş Milletler ise beş daimi üyeden üçünün İsrail’e destek vermesi nedeniyle tam bir tıkanmışlık içindedir. Uzun bir süredir gündeme gelen BM’nin çözüm üretmede yetersiz kalması ve bugünkü yapılanmanın sorunları büyütmekten öteye geçememesi Filistin’de yaşanan İsrail sorununda farklı çözüm yollarına yönelmeyi gerektirmektedir.
Benzer şekilde 57 üyesi bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı, İsrail sorununa çözüm üretmek konusunda Müslümanların beklentilerini karşılayamamaktadır. Ne İslam İşbirliği Teşkilatı ne Arap Birliği ne de mevcut herhangi bir uluslararası örgüt, bölgedeki İsrail sorununun çözümünde yeterli sonuçları üretecek bir aksiyon almamakta veya alamamaktadır. Bu nedenlerle Filistin’de İsrail sorununun çözümü için yeni bir garantörlük mekanizması ya da alternatif mekanizma ihtiyacı açık şekilde ortadadır.
GARANTÖRLÜK MEKANİZMASI
Bu bağlamda Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin de dahil olduğu bölge ülkelerinin Filistin tarafı adına, başka ülkelerin de İsrail tarafı adına garantör olacağı, tarafların mutabık kaldığı bir antlaşmaya varıldıktan sonra bunun gereklerinin yerine getirilmesi hususunda garantör ülkelerin sorumluluk üstleneceği bir garantörlük mekanizması önerisinde bulunmuştur. Böyle bir mekanizma, BM’de yaşanan tıkanmışlığı ortadan kaldırmak ya da aşmak için önemli bir zemin oluşturacaktır. Ancak Türkiye sadece bu zeminde değil aynı zamanda Müslüman milletlerin beklentilerine karşılık veremeyen İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki etkisizliği ortadan kaldırmak için de adımlar atmalıdır.
Türkiye’nin Filistin politikası, bölgenin güvenliğini sağlamak bakımından milli menfaatlerini koruma refleksinin yanında tarihi ve dini sorumlulukları bakımından da insani, vicdani ve siyasi hedeflerine bağlı olarak şekillenmektedir. Bu bağlamda Türkiye, dünyada İsrail’in hukuk tanımaz saldırılarına karşı sesini yükselten ülkelerin verdiği destekle bölge ülkelerinden oluşan bir garantörlük mekanizması ile İsrail’e insani ve siyasi anlamda sınırlar çizen ve Filistinlilerin insani, dini, tarihi ve siyasi haklarını muhafaza eden bir garantörlük mekanizmasına öncülük edebilir.
İSLAM ÜLKELERİ NASIL KONSOLİDE OLUR?
Diğer taraftan bölgedeki bugünkü tablodan tamamen İsrail’in sorumlu olduğunu çekinmeden söyleyen ve Filistin halkının bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine samimiyetle ve açıkça destek veren Malezya, Pakistan ve Katar gibi İslam ülkelerini bir araya getirerek İslam İşbirliği Teşkilatı’nı somut şekilde harekete geçirmeye teşvik edebilir. Bu teşvikte Mısır, Ürdün ve Suudi halkının yönetimlerine yaptığı baskı, İİT’nin pozisyonunu netleştirmekte en önemli tetikleyici unsurlardan biri olacaktır. Diğer belirleyici unsur da İsrail’in 75 yıldır güç ve güvenlik merkezli işgal, baskı ve zulüm politikasıyla bölgede güven içinde yaşarız anlayışının 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu ile çöktüğünün dünya kamuoyunda ve İsrail tarafında kabul görmesi olacaktır. Yani Aksa Tufanı sonrası iki devletli çözüm temelinde bölgedeki statükonun şekilleneceğinin ve İsrail’in sınırlarının olduğunun gösterilmesi olacaktır. Bu da hem dünyadan hem de İslam ülkelerinden oluşacak koalisyonlar ve ittifaklarla İsrail karşıtı açıklama ve somut diplomatik adımlarla mümkün olabilir.
Suudi Arabistan, monarşinin güvenliğini sürdürebilmesi, Mısır da yaşanan çatışmaların ülkeye sıçramaması için çatışmaların bölgeye yayılmasını istememektedir. Ayrıca Suudi Arabistan, tarihinde ender görülen ABD karşıtı pozisyon alma kabiliyetini en zirve düzeyde sergilediği bir dönemin içerisindedir. Mısır, IMEC koridoru başta olmak üzere son dönemde ABD’nin bölgede Mısır’ı adeta yok saydığı bir süreci yaşamaktadır. Bu gerekçelerle Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler, dünyadaki Filistin’e destek veren aktörlerin istediğini elde edeceğini görürlerse, Arap devletlerinde yaygın olan güce temayül anlayışı gereği ve bölge halklarının tepkisine de duyarsız kalamayarak İsrail karşısında konumlanmak durumunda kalacaktır.
ABD’nin Trump döneminde Mısır ve Suudi Arabistan ile kurduğu Küre İttifakı’nda iki ülkenin çıkarlarını göz ardı etmesi ve adeta iki ülkeyi de yarı yolda bırakması zihinlerde oldukça taze olan bir tepkiyi barındırmaktadır. Bu ülkelerin bölgede ABD’nin güvenlik sağlayıcı rolünün zayıflaması ve Türkiye’nin bölgede güvenlik sağlayıcı yeni aktör olarak kendini göstermesi nedenleriyle Türkiye ile ilişkilerini normalleştirdiği ve iyileştirmek istediği bilinmektedir. Bu nedenle bu iki ülkenin temel dinamiği güvenlik-istikrar ve halklarının tepkisi olacaktır. Türkiye, Filistin politikasını bu denklem üzerine inşa ederse bu ülkelerin pozisyonları hem güçten hem de barıştan yana olacaktır.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Bu bağlamda Türkiye, Filistin davası için beş ayaklı bir strateji tercih edebilir. Bunlardan ilki İsrail’in Filistin’de yaptığı tüm hukuksuzlukları medyada ve diplomatik alanda anlatarak dünya kamuoyunun vicdanında İsrail’in mahkum olmasını sağlamaktır. İkincisi BM düzeyinde Filistin yanlısı ülkelerin desteklerini somut hale getirebilecek Garantörlük mekanizmasını hayata geçirmektir. Üçüncüsü Filistin’e destek veren İslam ülkeleri ile yeni bir mekanizma oluşturarak İslam ülkelerinin eylemlerini konsolide etmektir. Dördüncüsü İsrail’in sınır tanımaz eylemlerinin baş destekçisi ve Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden terör örgütlerini açıkça destekleyen ABD’ye karşı Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgeyi tamamlamaktır. Beşincisi ise Türk Devletleri Teşkilatı’nı İsrail’in hukuk tanımaz eylemlerine karşı somut adımlar atma konusunda teşvik ederek Arap halklarının yönetimlerine baskıyı artırmasını sağlamaktır. Bu strateji izlendiği takdirde, Filistinlilerin bağımsızlık ve özgürlük arayışı büyük bir ilerleme kaydedecektir. Böylece Türkiye hem kendi ulusal güvenliğini güçlendirecek hem de Suriye’den, Karabağ’a, Libya’dan Ukrayna’ya diplomatik başarılarına Filistin’i de ekleyerek dünya barışına katkılarını bölgesel düzeyden dünya düzeyine taşımış olacaktır.