Türkiye Batı dünyasıyla köprüleri atmış değil. Fakat Batı’ya gereğinden fazla bir önem atfetmiş de değil. Türkiye’nin politikaları ve CI 18’deki yansımaları şunu gösteriyor: Cumhuriyet, ikinci yüzyılına girerken artık genç değil, kim olduğunu ve ne olmak istediğini gayet iyi biliyor…
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.
Eylül’dü…
Artık bir şeyi biliyoruz… Melankolik Eylül’de, Türkiye’de çağdaş sanat aşkı depreşiyor. Fakat bu aşk, Cemal Süreyya’nın yukarıdaki şiirinde bahsettiği gülüş gibi sahte değil. Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı bu yıl 18. yaşına girdi…
SANAT HİÇBİR ZÜMRENİN TEKELİNDE DEĞİL
Artık şehrin ve toplumun bir realitesi. Kuruluşundan beri Harbiye’de yapılıyordu. 2021’de Haliç’e, Tersane-i Amire’ye taşındı. Murat Tabanlıoğlu, Tersane’yi kentsel dönüşüme soktu. Ortaya tarihle güncelin bir mimari dansı çıktı. Fakat İstanbul trafiği, bu dansın tadını kaçırıyor. Harbiye dönemlerinde 70-100 bin bandındaki ziyaretçi sayısı, Haliç’te 40 binlere düştü. İBB, karayolu trafiği sorununu çözemedikçe bu sayılar artmayacak.
Bu ilk tespitim… Şimdi gelin fuarın künyesine bir bakalım…
Künyede ilginç isimler var. Bu künye, Türkiye’de çağdaş sanatın demografisini anlamak için altın nitelikte. Ortaklar bölümünde ilk 2 sırada Suzan Sabancı Dinçer ve Fettah Tamince var. Arkasından Borusan Otomotiv CEO’su Ahmet Tiftik, THY CEO’su Prof. Dr. Ahmet Bolat, Fuat Tosyalı ve LG Türkiye CEO’su Dustin Lee geliyor. Fuara destek veren belediyeler arasında AK Partili Beyoğlu Belediyesi, CHP’li Kadıköy, Beşiktaş belediyeleri var. Bu isimler ve dağılım bize şunu gösteriyor:
Türkiye’de çağdaş sanat, hiçbir zümrenin tekelinde değil. Yani Ufuk Güldemir’in Beyaz Türkler teorisi burada işlemiyor.
Newsweek dergisi, 2005’te İstanbul’un kültür sanat hayatını kapağına taşımış ve şöyle bir manşet atmıştı: İstancool. Yazıda İstanbul’daki kültür sanat hayatının uluslararası yapısı övülüyordu. Peki aradan geçen yaklaşık 20 yılda ne oldu? Gelin, bunu CI 18 fuarı üzerinden okumaya çalışalım…
EKSEN İSTANBUL
Basında Türkiye’nin siyaseten Batı’dan koptuğu iddialarına benzer biçimde, Türk sanat hayatının da Batı’dan koptuğuna dair yazılar çıkıyor. Peki gerçek böyle mi?
Hayır Türkiye’nin ekseni Batı’dan Doğu’ya kaymadı. Fakat artık dış politikada tek boyutlu Batıcılık yerine çok boyutlu bir siyaset takip ediliyor. Türkiye, küresel hedefleri ölçüsünde böyle de yapmak zorunda.
Peki Türkiye’nin dünyadaki pozisyonu, fuara nasıl yansıyor? Acaba fuara yalnızca Orta Doğu ve Arap sanat galerileri mi ilgi göstermişti? Batılılar kayıtsız mı kalmışlardı? CI 18’de karşıma ilginç bir tablo çıktı:
+2 presented by Dastan, Bavan Gallery ve Maze Art Group… Yıldızımızın hiçbir dönemde barışmadığı Tahran merkezli üç galeri. 2 galeri ise Fransa’dan; 193 Gallery, Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, İbrahim Çallı gibi isimlerin yolunun geçtiği Paris’ten…
Bogena Gallery ise Picasso, Matisse ve Marc Chagall gibi isimlerin yaşadığı Cote d’Azur’dan çıkıp Haliç’in yolunu tutmuş. Kazakistan’dan Aspan Gallery’nin duvarlarında Kazak halkı için hayati önemdeki at figürleri var.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Temmuz’da Türkiye’deydi. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nde Türkiye’nin rolüne vurgu yapmıştı. O yoldan ilk geçenlerden biri Çinli sanat galerisi BFM Art Center olmuş. Duvarlarında Wang Heng, Lin Wen gibi Çinli sanatçıların figüratif eserleri var…
Çin demişken rakibi ABD’den bahsetmemek olur mu?
İşte New York’tan gelen Leila Heller. Leila Heller sıradan bir galeri değil. Batı sanatıyla Orta Doğu sanatı arasındaki diyaloga odaklanmış prestijli bir galeri. İşte bu Amerikan galerisi, Türk-Amerikan ilişkileri açısından bir müjde veriyor. Amerikan galeri, 2 Türk sanatçıyı temsil etmeye başlamış: Melis Buyruk ve Alaattin Efe.
O sırada gözüm bir Amerikalı sanatçıya takılıyor. İstanbul merkezli Muse Gallery, ünlü fotoğrafçı Wayne Maser’ın Madonna’yı fotoğrafladığı bir karesini satıyor. 2020’de Paris’te konserini izlediğim Madonna, konserden önce tüm cep telefonlarını toplatmış. Sahneden polaroid bir makineyle çektiği selfie fotoğrafı hemen oracıkta açık artırmada bir İtalyan iş insanına 2 bin Euro’ya satmıştı. CI 18’de sergilenen bu fotoğrafın fiyatı ise 10 bin Dolar…
DÜNYA SANATININ BULUŞMA NOKTASI
Türkiye-Yunanistan arasında ılımlı rüzgarler eserken, İstanbul’da bir Yunan galerisi… Duvarlarında Valinia Svoronou’nun, Yorgos Stamkopoulos’un Ege’nin maviliklerini andıran yapıtları.
Madrid’den Arma Gallery’de, Elena Gual’ın kadın portreleri özgün tarzıyla hemen fark ediliyor…
Barcelona’dan ise üç galeri var: Galeria Senda, Galeria Joan Gaspar ve Villa del Arte…
Joan Gaspar’ın duvarlarında, dünya çapında isimlerin resimlerini görüyorum: Joan Miro ve Pablo Picasso…
Villa del Arte standında ise İspanyol heykeltraş Lluís Cera’nın heykelleri var.
Demir, mermer ve taşın adeta bir sünger gibi kıvrılıp gittiği heykeller, esnek formlarıyla fizik kurallarına meydan okuyor.
Londra merkezli Hofa galerinin standında ise Çinli sanatçı Zheng Lu’nun paslanmaz çelikten yaptığı etkileyici heykelleri yer alıyor.
ARTIK KİM OLDUĞUNU BİLEN BİR TÜRKİYE VAR
Cumhuriyet tarihinde Afrika’yla ilişkilerin zirve yaptığı bir dönemde Johannesburg’dan gelen IBI Art Gallery ve Kalashnikovv Gallery, duvarlarını Güney Afrikalı sanatçıların eserleriyle donatmış…
Türk galeri Difoart’ta ise Cem Boyner’in Afrika’da çektiği 2 fotoğraf satışta. Tanesi 5500 euro…
1915’te Osmanlı’ya karşı uyanan Arap milliyetçiliği ise çağdaş sanata hiç mi hiç yansımamış… Çünkü Dubai merkezli Sconci Gallery, standında Arap değil İtalyan Annalù’nun İtalyan murano camlarından yaptığı işlere yer vermiş. Dubai merkezli Inloco Gallery’nin duvarlarındaysa Rus sanatçıların eserleri var…
Letonya’dan Lazy Mige, Portekiz’den Mariana Custodio, Rusya’dan Omelchenko ve Sistema Gallery, İsviçre’den Gallery Schmidt, Kolombiya’dan SGR Galleria, Almanya’dan Yvonne Hohner, Güney Kore’den AB Gallery ise Haliç’e stant açan diğer yabancı galeriler…
Peki tüm bunlar neyi gösteriyor?
Türkiye Batı dünyasıyla köprüleri atmış değil. Fakat Batı’ya gereğinden fazla bir önem atfetmiş de değil…
Yazıyı Akbank Sanat’ın bu yılki CI sergisini ithaf ettiği Milan Kundera’nın Şaka romanından bir alıntıyla bitirelim…
“Bir gerçek yüzü ve birçok sahte yüzü olan ikiyüzlü biri değildim. Birkaç yüzüm vardı çünkü gençtim ve kim olduğumu ya da olmak istediğimi bilmiyordum.”
Türkiye’nin politikaları ve CI 18’deki yansımaları şunu gösteriyor:
Cumhuriyet, ikinci yüzyılına girerken artık genç değil, kim olduğunu ve ne olmak istediğini gayet iyi biliyor…